25 Ocak 2015 Pazar

Sömestr Tatilin Bedelli mi Olsun Bedelsiz mi?

Şaka değil gerçek bu tatilin bir bedeli var bence herkesin hayatında. Bizim evimizin yönetim şekli, getir takdiri al bisikleti şeklinde değildi. Ya da al teşekkürü götür keşkülü stilinde de olmadı. Öğrencisin sen öğrenci, emperyalist sistemin kölesi olmadan önceki evredesin. Biz görevimizi yapıyoruz anne - baba olarak, senin görevin ise insan gibi olmuyorsa eşşekler gibi çalışmak ...

Detaylar bir yana da hakikaten hiçbir karne dönemimde bana hediye alan olmadı. Başım mı kel diyeceğim o da değil, dilim çok uzun diyeceğim ama ağzını bıçak açmayan ablama dahi hediye  alınmadığına göre çenemi kapatmak düşüyor bana. İç ses bi kes artık sesini dilin çok uzadı bu aralar, komut verme öyle derinlerden beynime ve kalbime bi sus artık bi sus ! 

Ben karne gününü eğlenceli hale getirmenin yollarını düşündüm. Ailemizin tek karne alanı Doğacık için %100 organik Domatesli Akdeniz Ekmeği hazırladım. Amaç, 2 hafta okula gitmeyecek olan Doğacık, daha doğal beslensin. Hani bir fotoğrafı olsun bugünü    bir de benimle hatırlasın.

Hoş beni hayatı boyunca unutabilecek mi acaba? :) 



Bize yapılmadı diye, bizden sonraki nesile de yapılmaması gerektiği anlamına gelmiyor bu karne hediyesi seramonisinin.
Yapılsın hem de en güzeli yapılsın.



Çok net hatırlıyorum. 6 yaşım, aylardan ocak veya en geç mart. Karlı bir gün yine.  Bizim evi kreş eyleyen kuzenlerimle tepiş tepiş bir pazar günü, evin yüklük olarak kullanınan bölümünde kuduruyoruz.
Beyaz bir kabanım var. Cep kısımlarının üzerinde kırmızı rugan elma, yeşil rugan yaprağı var ... İçeriden birisi sesimize geliyor. Olay yeri basılıyor. Çığlık kıyamet!  Biri bana "çıkarsana kızım, içeride kaban mı giyilir?" diyor. Öyle bir " atarlanıyorum ki " benden 20 yaş büyük kadını geri püskürtüyorum. "Aaah deli bu be!? Böyle şey görmedim ne biçim çocuk bu? Neyse canım, büyüyünce düzelir !"  diyerek gidiyor.

Pek sayın muhterem büyüğüm, büyüyünce düzelmedim, daha da azıttım. Hatta o gün sana diklenmiştim sadece; bugünüme bir bak aklıma gelen herkese ... 

Büyüyünce geçmiyor, sen büyümüyorsun. Büyüyen sadece bedenin. Seni sen yapanlar seninle geliyorlar. Şayet bir dönek değilsen. Bilmem anlatabildim mi? 😎

1991 senesinin sömestr tatilinden beri, sömestr kelimesini duydukça içim hep cız etti benim.
Herkesin kanatsız melek olarak tanıdığı annem beni öyle bir dövdü ki ... 
Hayatımda ilk ve son yediğim dayak oldu annemden. 
Kendimi övmeyi sevmem. Marketing zaten sıfır! Sorf bu yüzden mba mi yapsam acaba dediğim günlerim var artık! Hiçbir gün aynaya bakıp, allaaam sen neler yaratıyorsun demedim. Bildiğin makyaj güzeliyim ben. Her seferinde, karşıma her çıkan öküze de özellikle söylemişimdir. Makyaj güzeliyim ben!

Ama haksızlık da edemem kendime. 

Ellerimi beğenirim.
Ellerimi beğenirler.
Ellerin ne güzel, derler. 

Bu eller neden güzel biliyor musun? 

Annem beni, ellerimden! öyle bir dövdü ki ! Ellerimin derisi dahi öyle bir soyuldu ki !  Ben ellerimi 15 gün açamadım bile. Yemek bile yiyemedim. 

Ondan güzel benim ellerim.

Ben o dayağı neden mi yedim? Olay kısaca benim her zaman olduğu gibi burnumun dikine gitmemden kaynaklıydı.

Yukarıda yazmıştım. Anneleri çalışan kuzenlerim için, evimiz Hayriye'nin Kreşi havasındaydı. 2. Sınıfın yarıyıl tatilinde yine bizim evdeyiz. Dayımın kızı Duygu 3 yaşında. ( Şu an evli, çocuk doğuracağı ve çocuğunun 3 yaşına geleceği günle iple çekiyorum! Mesaj iletildi umarım :p ) Teyzemin kızı Ebru, benimle yaşıt olay tarihinde 8 yaşında. ( Ebrucuğum, senin o güzel kızın Öykü, 8 yaşına gelince bir görüşelim, alacak verecek meselesi hep bunlar. Anasını dövemedim kısmetse Öykü'yü :))  ) 
Tamam be şakaydı. 
Hatırlatın da saçlarınızı çekeyim sizi ilk gördüğümde.
Doğuştan ultra yaramaz Duygu bizim oyunlarımızı hep bozduğu için, ( bu ne demek deme vallahi ben de bilmiyorum küçükken öyle derdik ) kendisini iple bağlayabilmek için odaya girdik üçümüz. Ben kapıyı kilitledim ve anahtarı kaldırdım kütüphaneye. 
Gel zaman git zaman, Duygu o kadar zıp zıp bir kızdı ki bağlayamadık! Odadan çıkabilmek için, anahtarı aramaya başladık ama nafile! 
Boyumuzun yettiği, gözümüzün görebildiği yerlerde anahtarı bulamadık. Panik halleri desen, değil ölüyoruz korkudan biz şimdi ne yapacağız diye. Üzerine çişimiz geldi, karnımız acıktı. Eh, hal böyle olunca annem bizim acil durumda çekilmesi gereken imdat frenimizdi.
3 çılgın kız, odanın kapısını yumruklamaya başladık. Annem içeriden geldi. Durumu anlattık, nasıl başardıysanız kilitli kalmayı, o şekilde çıkın dedi ve o yılların en popüler soap operası olan "Yalan Rüzgarı" nı izlemek üzere salonun yolunu tuttu.
Anahtarı aramaya devam ettik ama yok.
Annemi yeniden yerinden ettik, kalktı geldi. 
Bu kez daha da kızdı bize ve gerçekten belki de hayatında ilk kez bu kadar öfkeleniyordu.

İçinden çıkılmaz, kısır döngünün en salçalısı haline gelen oyun, sabır denen şeyi bırakmamıştı artık bende! 

Annem gelse de gelmese de biz buradan çıkacağız dedim, kendini ordusuna adayan komutan edası ile.

Bebeklerimin elbesesini ayaklarıma bağladım. Çünküüüü bebeklerimin elbisesi güzeller. Pembe ve kırmızı. Güzel oldukları için onlar benim olmalı. Güzel severim ben. Güzel anladın mı? ( Yaş 32! Hala güzel görünce akıl baştan gidiyor! )

Ebru'ya o senelerin modası, üzeri Türkçe/İngilizce giderli sözlerin yazılı olduğu defter kabını verdim. ( Aşk bir elma şekeridir. Yersin yersin elinde kazığı kalır!!! Şeklimde giderli cümleler vardı. ) Ayağına bağladı.

Duygu cücesinin ayağında zaten eviçi ayakkabıları vardı.

Kaçış planımız belli. Odanın camındaki sinekliği sökeceğiz. Önce Ebru balkona atalayacak. Sonra ben ona Duygu'yu vereceğim. Sonra da ben atlayacağım. Sonra balkonun diğer ucunda gideceğiz. Yani mutfak kapısına! Kapıdan sesleneceğiz annem de bizi içeri alacak! 

Eski tip bir binada oturuyoruz. Kocaman bütün evi kaplayan balkonumuz var var olmasına da, o balkonunun demirleri ile balkon arasında benim şimdiki bedenimin sığacağı kadar boşluk var! Ayrıca manyak gibi kar var dışarıda, öyle ki annem karı leğene koyup, içeri servis ediyor! Kardanadam yapıyoruz maaile salonun ortasında! ( maksat aman çocuğum hasta olmasın! )

Biz sağ salim atladık özgürlüğe giden balkona. Mutfak kapısına da vardık tek parça. Koronun her bireyinden başka ses yükleseliyordu o an : hala kapıyı aç, teyze kapıyı aç, anneeeğğğğ kapıyı aç! 

Kaç dakika ya da saniye sürdü bilmiyorum ama annem bizi gördüğü anda o küçücük gözlerini öyle bir pörtletti ki ! 

Kapıyı açması ile bizi içeri alması bir oldu.

Avazı çıktığı kadar bağırdı.Sakın yanlış anlamayın, annem konuşmak için bile sesini zor çıkarır! 

Ya bu çocuğa bir şey olsa! Ya bu çocuk düşse! Bu çocuk emanet. Çok küçük. Hiç mi düşünmediniz bize bir şey olur diye? ( Bütün endişeler Miss Duygu için! ) 
Hele bu! Ya tutamasaydı Duygu'yu? Ya düşseydi? Hiç mi korkmadınız! ( bu diye hitap ettiği de Miss Ebru! )

Fikir kimden çıktı kimden ??? 
Kimin fikriydi sinekliği söküp, atlamak ?!

Daha ben, benimdi demek için ağzımı açmaya kalmadan " senin fikrindi değil mi?" cümlesi  ile  annemin sadece ve sadece elleri ile ellerime vurma seansı başladı.

Duygu ya da Ebru bir tokat dahi yemediler.

Ne yüzüme, ne koluma, ne kafama ne de kalçama vurdu annem. 

Bir tek ellerime vurdu var gücü ile.
Ama öyle bir vurdu ki, durmak bilmedi.
Anne yapma dedikçe vurdu. 

Ya bu emanet çocuklara bir şey olsaydı, dedi durdu.

Ben 3 kişilik yemiştim dayağı.
Yani ellerim yemişti.

Üstümüz başımız karda ıslanmış zaten. 
Düşmemeyi başarmışız ama soğuktan titremişiz.

Üstümüz, başımız devşirildi ama annem bir yandan ellerime vurmaya devam etti.

Eşşek gibi zırlayarak ağladım.

Ellerim o tatil boyunca kapanmayacak hale geldi. Üst derileri sanki yanmış gibi soyuldu. ( El nasıl yanar? Bunu da 2007'nin Kasım ayında tecrübe edecektim!!! ) Yanık kremleri sürüldü elime. Okul açıldığı vakit bile hala krem sürüyordum.

İz falan kalmadı şanslıymışım! 

Annem, o çocuklar misafirdi onlara vuramazdım, dedi. 

Bu cümle ile annelik sıfatının ona verdiği yetkiye dayanarak vicdanını rahatlattı. 

Teyzem, ben olsam benim kızı da döverdim dedi ki biliyorum döverdi. ( Aslan teyzem! Adalet arıyoruz her yerde! )

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum annem hep bu maceramız anlatıldıkça : Ölürüm ölür, nasıl vurduysam ellerine, acısı nasıl içine oturduysa yavrumun, elleri de iyileşmedi diyip, durdu.

Bizim ailede genetik sanırım. Gözümüz dönüyor bir an, yapmayacağımız işi yapıyor, ardından da senelerce özür diliyoruz.

Demem o ki, çocuklarınıza vurmayın. 
Elleri dahi olsa vuracağınız yer, vurmayın işte.
24 sene dahi geçse acısı unutulmuyor bayan aY'dan söylemesi.

Ben, sosyal faaliyetlerle Doğa'yı mutlu edeceğim elbette bu 2 hafta ama. 

Onun adına yakışır, doğal ekmeğin tarifini de yazıyorum size. 

Kızınız / oğlunuz varsa belki de onun için yaparsınız bu sefer. ;) 

Dayaksız, şiddetsiz, aşk dolu sömestr ... 😉😉

Domatesli Akdeniz Ekmeği

*** Ekmek makinası ile yapılmıştır. ***

Malzemeler: 
350 gram tam buğday unu,
150 gram beyaz un , ( protein oranı %13'ü bulursanız gelir alnınızdan öperim sizi! Ben, %12,20 ile yetinmek zorunda kaldım. 4 ayrı market gezdim 😢 ) 
280 ml ılık su,
40 ml zeytinyağı,
10 gram instant maya,
10 adet kurutulmuş domates,
1 baş orta boy soğan,
1 çay kaşığı tuz,
1 çay kaşığı pul biber,
1 çay kaşığı kekik. 

Hazırlanışı: 

Soğan ve kuru domateslerimizi mümkün olduğunca minik doğruyoruz.


Makinamızı orta esmerlikte, klasik ekmek ayarında çalıştırıyoruz.
Ilık suyu hazneye döküp, mayayı ilave dip 1 dakika çalıştırıyoruz.
Ardından, zeytinyağı, tuz, kekik ve kırmızı biberi ekliyoruz.



1 dakika da böyle karışsınlar. 

Ardından esmer ve beyaz unlarımızı ekliyoruz.


2 dakika da bu şekilde karışıyorlar birbirlerine. 
Son aşamada kuru domatesi ekliyoruz.


 
Kapağını kapatıyoruz.
Gerisi makinanın becerisi. 
Benimki 3 saatte pişirdi.

Eğer ekmek makinası yoksa. Reçeteyi aynı şekilde uygulayın. Derince r kaba alıp, streç film ile ağzını örtün. En az 2 saat mayalansın. Hacmi en az 2 katına çıkmalı. 
Unladığımız tezgaha hamuru alıyoruz. Son aşamada, ufak porsiyon istiyorsak parçalara ayırıyoruz ya da bir parça olsun derseniz unladığımız ellerimizle şekil veriyoruz. Bıçakla üzerine 2 cm derinliğinde çizikler atıp, 180 derece fırında üzeri kızarana kadar pişiriyoruz. 

Not: Hamur yumuşak olmalı, kulak memesi kıvamından daha yumuşak ama asla cıvık değil. ;) 

Deneyecek olanlara afiyet olsun şimdiden. 

Sağlıkla, mutlulukla çoooook sömestrlar göresiniz. 😊😊 





15 Ocak 2015 Perşembe

Kestane Hususunda Başarılı Adayların Başvurması Rica Olunur

Pusulayı şaşırmadım merak etmeyin. Yani aklım başımda. Aslında değil. Aman işte her zamanki gibiyim. 
Kestaneden anlayan kişileri neden mi arıyorum? 
Son 4 günümüzün fenomeni olan "Kestaneli Cheesecake" in malumunuz bol miktarda kestaneye ihtiyacım vardı. 
Her zaman olduğu gibi bayan aY, kafası ile adım adım hazırlıklarla işe giriştim. 
Önceliğim dünyalar tatlısı kestaneler oldu. Tarife girecek olan kestanelerin, adana/urfa kebap halleri değil de haşlanmış ve kendini salmış hali gerektiğinden öncelikle haşlama yolunda ilerlemeye çalıştım.
Canım hep tez ya benim!! Hep bir yerlere acelem var. Korkuyorum, bir gün yetişmeye çalışacağım ama dönüşü olmayacak yolumun diye! 
Neyse işte, aklımda kalan kestaneli tatlı fikirlerine göre işe giriştim. Yarım kilo kestane, keskince bir bıçak ve tepsi.
Koca kazık olma yolunda ilerleyen ben, ( bir de aşçı olma fantazim var ya evlere şenlik) hayatımı kestaneleri löpleterek geçirmiş olduğumu, ellerim yarıklar içinde kalınca anladım.
Herkesin aklı fikri kendine de, nefes alıp veren fanilerden biri de , benim bıçakla kestanelere girişmemden önce, onları suda bekletmem gerektiğini yazıverdeydi keşke bir yerlere! 
Elime aldığım her kestanese sağ işaret parmağım daha da ızdırap çekti.
20. Kestane dolaylarında, kestaneyi tepsiye yatırıp, bombeli tarafına bir uzun / bir kısa çizik atıyordum. 
Sanırım 40'a yakın kestaneyi bu formüle bıçakladım.
Bildiğim tek şey var. Öküz öküüüz diye nitelendirdiğim canlılara, kestaneyi çizmesi için ( sapık sapık düşünmeyi bırak okuyucu, bildiğin tarifteki kestane bu ) ihtiyacımvarmış meğer.
Hadi o da kalsın, ne hazırcı bir canlıyım ben. Abim desen ayrı, kız arkadaşım desen ayrı; aman senin elin acımasın; diye senelerdir ağzıma sokar durular kestaneyi.
Sonuç mu, sonuç benim gibi narin ama kestanesever oluyorsunuz.
Eh, herkes ister değil mi prensesler gibi ayağına gelsin yemişler?

İşkence bitti mi dersin? 
Elbette bitmedi.

Kullanacağım güzelim kestaneleri azıcık şeker, bol miktarda su ile haşlamam grekiyordu. Olimpik havuz ölçülerinde bir tencereye suyu, şekeri ve çilekeş kentanelerimi koydum. Önce yanardağ misali kaynar sularını sağa sola attı, sonra da yola geldi kaynamaya başladı.
Başında bekleyecek değilim ya! 
Alarımı 30 dakikaya kurdum, totomu yaymak üzere istirahate çekildim.
Hadi bu böyle olmayacak kalkıp bir oje süreyim dedim. (Mutfakta İşi bitirince bayan aY, süslenme işlerine girişir.)
Ojeler sürüldü. Binbir özenle sürüldü. Hatta ve hatta Sally Hansen' a mektup yazıp, sponsor olmasını isteyeceğim bana. Mevzu o kadar derin.

Ojelerimin kurumasına yakın bir sürede alarm çaldı ve mutfağa gittim.
Ne mi gördüm?
Ne gördüm değil ne göremedim??!!
Olimpik tencere, yarısına kadar yanmış, hatta kestanelerimin de yarısı yanmış, havuzun suyundan eser kalmadığı gibi dumanlar ayyuka çıkmış, her nedende bir tek benim burnum kokuyu alamamıştı!

Gördüklerim karşısında küfürle karışık kendime söyledim.

Hayır zaten beddualarım da sürekli kendime!

Gece olmuş saat 01:45 oje sürmek anormal, kestane kisvesi altında neredeyse evi ateşe veriyor olmak ...

Bütün bu çıkmazın içinde cezamı kendim keserek 2 saat kadar kestaneleri ayıklamaya çalıştım.

Ölmek var, dönmek yok! 

O cheesecake pişecek!!! 


Hazırlığını bir gece önceden yaptığım cheesecake'imin yanına kabuklarından ayırdığım kestanelerimi koydum ve uykuya daldım.

Moral bozmak yok. Adam edeceğim ben bunları ama nasıl?
Rondodan geçirilmiş kestaneleri, biraz su, süt ve şekerle marmelat haline gelene kadar pişirdim. 
Soğutup, dolaba attım yeniden.
Yalnız bu kez de rengi hoşuma gitmedi!!!


Önemli olan sunum değil mi? 
Görüntüsü güzel olan her ne varsa ayran bıdalası gibi "aaaaaağğğğğğ" deme huyumuz yok mu; var elbette!

Ah sevgili kestane, bugüne kadar kendime dair pazarlama politikalarında sınıfta kaldığım aşikar ( 1 adet evlenme teklifi, çok adet terkediliş, 1 adet terkedilemeyiş; sonuç : hala bekarım )ama senin kaderin aynı olmasın. Sana bir şekil yapayım dedim ve sıkma uçlarımla kendisine minik minik şekiller verdim. 
Yetmedi, renklensin diye üzerine havalı bir çikolata sosu yaptım.

Ben, o kadar işkenceden sonra ihya ettim ya kestanelerimi, onlar da eksik olmasın; damaklarımızı şenlendirdiler.
Pek çok kişiye kısmet oldu yemesi.
Hatta kendimi bir sonraki gün, 2 kişilik bir porsiyonu çatallarken yakaladım. 
Vallahi nasıl oldu, dolabı nasıl açtım, suyu kaynatıp, muazzam earl greyi ben mi demledim o kısmını bilmiyorum! 😎 desem de inamma. 

Azıcık kilo aldım ama pişman değilim.
Sahilyolu beni bekler. ;) 

Tarifi veriyorum. 

Azıcık zahmetli, başarmak istersen vallahi şimdiden kolay gelsin. Haaa bir de hepsini tek başına yeme isteği yaratıyor insanda. 

Kilolara dikkat. 

Mutlu haftalar. ☀️☀️😊😊

Malzemeler ( 23 cm çapında kalıp için) 

250 gram kakaolu bisküvi,
100 gram tereyağı,

4 iri yumurta,
500 gram philadelphia peyniri, ( Makrocenter'da bulabilirsiniz) 
100 gram krema,
160 gram toz şeker,
1 paket vanilya,

40 adet suda haşlanmış kestane,
4 yemek kaşığı şeker,
2 yemek kaşığı su, 
2 yemek kaşığı süt.

Çikolata sosu için:
100 gram bitter çikolata
30 ml su.

Yapılışı:

Bisküvileri rondodan geçirip, erimiş tereyağı ile kavuşmasını sağlıyoruz. Ardımda kaşık yardımı ile kalıbımıza basıyoruz.
Sarısı ve beyazlarını ayırdığımız yumurtaların sarılarına, şekerin yarısı ekleyip 5 dakika, kremayı ekleyip 2 dakika ve peyniri ekleyip, 2 dakika daha çırpıyoruz. En son vanilya ilavesi ile 1 dakika daha çırpınca kenara dinlenmeye alıyoruz kendisini.
Yumurta aklarını, şekerin yarısı ile kar gibi olana dek çırptıktan sonra, spatula ile sarılara yediriyoruz. 110 derece önceden ısıtılmış fırında 65 dakika pişiriyoruz. 
Formül şu : ortası cıvık kalacak, kalıbı sallayınca hareket etmeli.

Soğuduktan sonra fırına attığımız kekimizi 1 gece dolapta uykuya dalmasını sağlıyoruz.

Sonraki gün, bahsi geçen kestane olaylarına giriyoruz. 
Burada damak tadı devreye giriyor. Bizim evde herkes yemeğe hevesli ama şeker için hassas olduğundan, ben şekeri az kulandım. Siz isterseniz, hazır kestame şekerinin en ballısından alıp, rondodan geçirip kullanabilirsiniz.

Çikolata sosu da size kalan bir detay.

Ben renk katmak istedim olaya. Mevzu bundan ibaret. 

Deneyecek olanlara afiyet olsun. 

Ağzınızın tadı hiç bozulmasın. :)



8 Ocak 2015 Perşembe

Lift Me Up / Beni Yukarı Çek / Tiramisu

Kod adı : Ti ra mi su. 

İtalyan kökenli. 

Tiramisu olarak yazılıyor. 

Baş döndürüyor.

Damağından boğazına akıyor.

Yumuşak, krema etkisinde sanki.

Dokunup, bir parmak alma hissi yaratıyor.

İçini azıcık yakıyor.

Likörü var içinde, uçacak kadar az.

Koklatıyor.

Cezbediyor.

Kilo yapıyor.

Şekeri değil ama kolesterolü zıplatıyor.

Heyecan yaratıyor.

Kana karışmaya başladığında, mutlu ediyor. 

Çarpıp, geçiyor ağzından midene doğru.

Aşık ediyor.

Bu zinciri tekrarlama isteği yaratıyor.

Kaşıktakinin bittiğini anladığın vakit, bir kaşık daha...

Yetmezmiş gibi eline aldığın kaşığın küçük olduğunu fark etmeni sağlıyor.

Tören devam ediyor.


Törenin nedeni şahsiyet, Tiramisu, belki de şimdiye kadar duyup da duymamazlığa geldiğiniz, sevmem ben, anlamam çok, iyi peki bakarız dediğiniz şeylerin bileşkesidir. 
Üretmek için zamanını kolladığınız lezzet Tiramisu neden olmasın?


Kaç yaşındasın şu an? 

Tiramisu yeme şansın oldu mu? 

Sever misin? 

Kahve ile aran nasıl?

Badem, acıbadem sever misin? 

Lezzetlere meraklı mısın? 

Yoksa midene mi düşkünsün? 

En az bir olumlu cümle kabul. 😉

İtalya'da doğan, dünyayı saran sihiri, bugün layıkı ile yaratma şansım oldu. Kar, soğuk, hava buz, okul tatil. Tiramisuyu, karlı havanın; gülümseten, yaratıcı ve kilo aldırıcı etkilerinden sayabilirim. Bazen bir şeyi yapmak için "Hadi" der ya insan. Bugün tiramisuya "Hadi" diyesim geldi.
Israrcı olmama gerek kalmadan, kendini meydana çıkarıverdi tiramisum. 

Pek çok tarif var etrafta. En bilineni de muhallebi yapıp, içine labne ekleneni. 
Sakın diyorum sana ! 
O yediğinin şey olsa olsa tatlandırılmış peynir altı suyu püresi.
Bu adamlar yapmış. 
Dünyaya ün salmış.
Hiç düşündün mü neden?

Kelime anlamı Türkçe'ye çevrildiğinde ; "Beni Neşelendir" ya da "Beni Yukarı Çek". 


Düşünsene.

İtalyanları nasıl biliyoruz? Kalabalık aileler, neşeli insanlar, esmer güzeli kadınlar, dalyan gibi adamlar. Çekiciler. Bakışları delici hepsinin. Güleryüzlüler. Sanki sabah mutlu uyanıyorlar. Mutluluğa programlı insanlar aslında. Yük olarak görmüyorlar hayatı. Gündüz işinde gücünde, akşam sosyal hayatın içindeler. Orada bir lunapark var, renkli ve eğlenceli hadi koşalım hadi ama hadiii kafasında insanlar. Hayat felsefeleri bu! 
Her akşam o kocaman kalabalık sofrayı kuruyorlar. Neşe içinde yiyorlar yemeklerini. Ve hep birbirlerini dinliyorlar. 

Masada
illaki Pasta / Makarna oluyor.
İlla ki şarap.
İlla ki sohbet.
İlla ki aşk...

Eskileri çok hanımefendi / beyefendiler.
Kesinlikle nezaket önemli onlar için. 

Mutluluğa o kadar hazırlar ki, toplamda en fazla 8 kaşıkta bitirecekleri tatlılar için dahi; "Beni Neşelendir" diyebiliyorlar.

Çocukluğumdan beri hep İtalya serüveni yaşamak vardı kafamda. 
Tam 18 ay, askerlik yaparmış gibi eziyetli ve bitmek bilmeyen, aralıksız çalışmamın üzerine ,rotam büyük İtalya olmuştu. 
Roma, Floransa , Venedik.
Koşturmaca ile geçen 8 günde, orjinalini Venedik'te Cavaour Caffe'de deneme şansım oldu. 
Kahve sevmeyen Bayan aY, yani ben, eğer dükkanda bulabilseydim, en az 2 porsiyon daha yiyebilirdim.
Efsane dedikleri bu olsa gerek.
Adamlar ne yapmışlar anlayamadım önce. Bizim reçel kaselerimizden hallice, minicik şeylere dünyanın en baştan çıkarıcı tatlarından birini yerleştirmişler.

Tabii her güzel şeyin sonu var ya bu hayatta. 

Değerini biliyorsan, koklayarak, doyarak, tadını gerçekten anlayarak yersin. 
Mide düşkünü beyinden ibaretsen, ohoo ben kime diyorum!!! Ben cümleyi yazana kadar midene indirdin değil mi porsiyonu? Pess!!! Görmesin gözüm seni.

Ben tadına vararak yedim o gün. 
Hatta midemi şenlendirdim yanında muhteşem bir Latte ile. Kasenin dibindekileri, ben turistim yaaee takmam kimseyi amaaa mantığında olsam kesin parmağımla sıyırp, yalardım. Yediğimiz cafe, bizim Baylan havasında. Son derece sıcak bir ortam ve emektar çalışanları vardı. Ortam kaldırmadı diyelim, kase ile parmak buluşmasını. 😄

Beni bilenler, aklımdan geçen parmakla yalama kısmına hayret ettiler biliyorum ama demek ki hepimizin içinde küçük magandacıklar var. Yaşatmayı ya da susturmayı bilmek gerekiyor, bazen.

Ufak kaçamaklar halinde gittiğim MSA'da, öğrendiğim tarif bugün beni tekrardan İtalya'ya götürdü. İşte bu kez oldu, dedim  kendime.

Hayalimdeki İtalyan, içinde yaşayacağı bedeni buldu.

Ellerime doğdu.
Ellerimle doğurdum onu.

Bugüne kadar Tiramisu fantazimin içine,Türk usulü muhallebi, İngiliz Labne'sini kattım.

Sonuç ne oldu?

Türk asıllı, yabancı dili İngilizce olan, görüntüsü de sahte İtalyan olan bir tür tatlı yapmış ve herkese yedirmiş oldum.

Ben bir şeyi dilerken ya da yaparken hep "Tam" olsun diye sipariş veririm hayata.
"Olmuşken, en iyisi olsun."
Gönlüme göre olsun.
Gözüme göre olsun.
Tadı bana göre olsun.

Herkes değerli.
Herkes biricik.
Herkes hak ediyor .... Olmayı. 

Bu .... Sizin istekleriniz.

Siz doldurun gönlünüzce .... Ları.

Demem o ki, Türk'e İngiliz muamelesi yapıp, İtalyan olmasını bekleyin.

İsteğiniz İtalyan ise, doğrudan çalın kapısını.

Hayat bir tane. 
İkincisi olsa hayatın,İtalyan olmayı ...
Neşeli mi neşeli bir İtalyan olmayı ...

Aman canım, isteyelim belli mi olur? 
Markette alış-veriş yaparmış gibi : Koy sepete!

Ben bugün İtalya'nın çaldım kapısını.
Pişman mıyım, hayır hiç ama hiç değilim.
Yarın olsun yine yapar, yine yerim.
Belki de ansızın kapı çalacak ve beklemediğiniz misafiriniz elinde bir porsiyon İtalyan ile gelecek? 
İtiraz etmeden yiyin derim.
Hayat bir kere. 😉

Türk usulü senelerdir bulamadığınız tat, belki de bir akşam pat diye karşınıza çıkacak. Diette olsanız bile "Hayır" diyemeyeceksiniz. Kalorisi korkutacak belki. Ama koklayınca, aklınızı başınızdan alacak. 

Bir kaşıkla başlayacaksınız...

Ve bingo! "Beni Yukarı Çek" cümlesini yakaladınız.

Artık İtalyan stiline haizsiniz.

Bundan böyle Türk stili sizi açmayacak.

Emin olun, bu tadı unutamayacaksınız. 😉😉

Bayan aY garantisi veriyorum. Siz bu İtalya'nın dokusunu, kokusunu, endamını, damağınıza yerleşmesini bir ömür unutamayacaksınız. 😎😎

Ben yine Türk kafamı (gitse bir kaç kıta öteye de rahatlasam dediğim Türk kafamı) almışım, tiramisularıma İngiliz muamelesi yapıp, Love yazmışım.
Yine bir Türk var karşımda sanmışım, Aşk yazmışım.

Sence de Bayan aY, iflah olmaz değil mi?

Yiyebilecek sağlığınızın, yapabilecek imkanınızın olması dileklerimle.

Tarifi paylaşıyorum. 
Fotoğrafları da ekleyeceğim, belki daha fazla fikir vermiş olurum. ☺️

Malzemeler:

400 gr Mascarpone Peyniri (Metro Market, 3M Migros ya da Macrocenter'dan alabilirsiniz.)
4 orta boy yumurta.
100 gr toz şeker.
1 fıske tuz.
40 ml krema.
180 gr kedidili.


Islatmak için,

2 yemek kaşığı granül kahve.
300 ml su.
3 yemek kaşığı toz şeker.
2 tatlı kaşığı kahve likörü.
Acıbadem aroması.

Üzerine serpmek için kakao.


Yapılışı:
Kaynar suya, eklediğimiz kahve ve şekeri karıştırıyoruz. Ilınınca, likörü ilave ediyoruz. 


Yumurtanın ak ve sarılarını derince çırpma kaplarına ayrı ayrı koyuyoruz.
İlk etapta yumurta akı ilgi bekliyor. 
Kabarana kadar akları çırpıyoruz.
Ardından, tuzu ve şekerin yarısını ilave ediyoruz. Ters çevirdiğimizde, kıpırdamayacak hale gelene kadar çırpıyoruz. Ne zaman yerinden kalkamayacak kadar, hareketsizleşiyor o zaman dolaba atıyoruz yumurta aklarını.




Sıra geldi yumurta sarılarına. Yalnız kalmasınlar. Yanına krema, mascarpone ve kalan şekeri ekliyoruz. Sadece 2 dakika çırpıyoruz. Fazla çırpmak, peynirin kesilmesine neden olur. Benden dost tavsiyesi. :) 

Ardından dolaba koşup, apak hale gelmiş yumurtalarımızı alıyoruz. 
Yumurta sarımızın olduğu karışıma ilave ediyoruz.
Sönmemesi için spatula ile karıştırıyoruz.

Ardından en heyecanlı kısım geliyor karşımıza!
İster porsiyonluk, ister büyük bir servis kabına hazırlayabiliriz bu İtalyan'ı.
Likörünü ilave ettiğimiz kahve eşliğinde, bir kat kedi dillerimizi servis kasesinin içine dizip, ardından kahve ile ıslatyoruz. Üzerine kremamızdan koyuyoruz. Tekrar bir kat kedi dili, kahve ile ıslatıyoruz. Ve son kat! Kremamızı koyuyoruz. En az 6 saat dolapta soğutuyoruz.
Servis esnasında üzerine kakao serpiyoruz.

Eğer benim gibi iflah olmayanlardansanız, üzerine şekil yapmak! serbest. 

İster Love,
İster Aşk,
İster Amore.

En iyisi :

"Beni Neşelendir"
"Beni Yukarı Çek"

Diyerek, kaşıklamaya devam.

Pişman olmak yok. ;) 




6 Ocak 2015 Salı

Biraz Hüzünlü Mutfak Anım / Özür Dilerim

Ne ara plan, program hastası olduğum belirsiz. Artık haftaiçi uzun çalışma saatleri mi dersiniz yoksa haftasonu denen ödülün sadece 2 gün sürmesi mi.
İş yaparken öncelikle iş planımı yapmaya gayret ediyorum. Elimi kolumu bağlayacak her ne varsa önceden çözümü bulmak pasta yapım aşamasında yaşanabilecek olan kriz anlarının daha yumuşak geçmesini sağlıyor.

Neyse efendim, malum yaz döneminde 150 kişilik düğün profiterolleri hazırladım. Eğer sıkı bir takipçiysen bunu biliyor olmalısın :)
Peki sanıyor musunuz ki her şey bir anda hop diye bitiverdi? Choux hamurum hemencecik oldu, krema desen aman o da ne iki kaşık biraz mikser yardımı ile halletim. Çikolata sosu mu yaa sos benim işim :)

Şimdi böyle dalga geçiyor olmam aslında olmaması gereken minicik bir şeyin başıma açtıklarından kaynaklı.
Hem ders aldım, hem kriz anında ne yapılmaması gerektiğini öğrendim hem de unutamıyacağım bir anım oldu.

30 Ağustos Cumartesi:
Hazırlıklar için ilk günü başarılı şekilde tamamladıktan sonra esas zor kısmı olan ikinci gün cumartesine gelelim. Bugünün bir gün öncesinden farkı, Doğa bizimle 5. gününde. Dün bütün bir günü anneannesi ile parkta geçirdi. Deşarj oldu, coştu Doğa Hanım mutlu biz ondan mutluyuz.
Her günün aynı olmasını beklemek bu gezegene haksızlık olacağından, erken kalkan yol alır  mantığı ile sabah 8 civarı uyandım. Hayır yani biliyorum mutfaktaki işim en fazla 2,5 saat sürecek. Arada mola versem 3 aksilik oldu 3,5 saat. Ama neden kendimi sıkıştırayım ki işimi yapar sonrasında yan gelir yatarım. Hayır yatamam! Pastacı olmak saç baş bir yanda gezmeyi gerektirmiyor.
Profiterollerin gideceği düğüne ben de gideceğim e o zaman işler biter Bayan aY, aY Hanıma döner. :) Kısacası öğleden sonrası için kuaför randevum var. Akşam ise bir önceki günden kalan Mojito'nun hatırını soracağım.
Kalk Bayan aY sallanma artık işler seni bekler.
Hızlıca geçilen kahvaltı faslından sonra kendimi ağustos sıcağının zor zamanlarında mutfağa attım.
Hamurlar bir önceki geceden hazır fazlası bile var! En kolayı krema hazırlamak aman canım kaçıncıya yapıyorum. Bu kez tek farkı biraz fazla yapıyorum.
Bahsi geçen kremanın temeli yumurta sarıları. bu sefer 20 tane yumurta sarısına ihtiyacım var. Adım adım kremayı oluşturmaya başlamışken, kremayı ocağa alıyorum. Zihnimin arkaplanı surmadan çalışıyor bir yandan. Eksik olmasın, hata olmasın. O kadar insan yiyecek. Kafanı topla, hızlı ol, doğru yap, aynı tat, aynı lezzet...
Birden krema torbası ve kullanacağım sıkma uçlarını çıkarmadığımı fark ettim. Peşinde gereken bir kaç ekipman daha. Hepsi çalıştığım masaya boy sırası ile dizildiler.
boy sırası olayı doğrudur, takıntı her yerde takıntıdır. Tavsiye ederim :)

Mutfağa dönüp, benim için 8 senelik tarif olan kremayı bir daha okuyorum. Sondan başa bir kez daha eksik var mı yok her şey yolunda. Saat daha 12 bile olmadı ohhh be.

Doğa, meraklı ve bir o kadar da cin gibi bakan gözleri ile mutfakta beliriyor : Bayan aY napıyosuuun? Profiterol kreması Doğacım. O nasıl bir şey yeniyor mu Bayan aY... ?

Sabır sınayan sorular aşamasını gerçekten büyük bir sabırla atlattım. Karşımdaki Doğa çünkü. En kıymetlim, gözümünbebeği benim. Bilenler biliyor zaten benim için ne kadar değerli olduğunu.

Bizim Doğacık geldiği gibi bir anda içeri kaçtı. Sanki bana bir an masadan bir şey almış gibi geldi ve peşinden bakmak istedim. Hani böyle annelere falan olurmuş ya arada dürtüyorlar. Git bak bakalım çocuk ne karıştırıyor arkadan diyor şeytanlar... Masaya baktığımda sıkma uçlarından ilk aşamada kullanmam gerekenin yerinde olmadığını görüyorum.
Salona doğru yol alan Doğanın peşine düşüyorum. Doğacııııım sen masadan bir şey aldın mı benim güzel kızım sorusunu en cicili bicili hali ile yöneltmekten başka yapacak bir şeyim yoktu.
Doğa dediğim dedik bir çocuktur. Ama yalan söylemez. Biz ona yalan söylemiyoruz o da bize söylemiyor. Başında anlaştık kızımla.Varsa var yoksa yok. arada inatlaşıyoruz ama işte idare edin çekmiş birilerine. (Birileri de ben oluyorum bu arada.) Lafına her gün güvendiğim çocuk ben almadım diyorsa elinde olmadan isteyerek, yürekten bir kez daha ona inanıyorsun. Ben de aynen böyle yaptım. Peki kızım diyerek Doğa hanımın huzurundan ayrılıp, soluğu annemin yanında alıyorum.
Mutfağa dönüp, anne sen mi aldın, anne gördün mü, anne ben nereye koydum peki soruları ile annemi daralttıktan ve tekrar olabilme ihtimali bulunan yerlere baktıktan sonra Doğa'nın ilk kez bana yalan söylediğine inanıyorum ve tekrar şansımı zorluyorum. Kızım, buradan metal küçük huni gibi bir şey aldın mı?

Kaç dakika bu şekilde geçt tam hatırlamıyorum ama artık mutfakta beni bekleyen kremamın başına dönemem gerektiği fikri beynimi kemirmeye devam ediyordu.
Ocağın başına gelip kremaya yeniden kenarda beklettiğim sütü ekliyorum. Tel çırpıcımla karıştırmaya başlıyorum. Aman allahım ne olmuş! Yani hiç başıma gelmeyen, gelmesin diye binbir çile efor sarfettiğim çırpma işlemi son. bulamamış yetmemiş topak topak olmuşlar. Hayır şimdi bu sırası mı? Zaten kayıp ekipmanım var ben şimdi neyi nasıl yapacağım. Bir sen eksiktin değil mi...
Kremayı koca bir tel süzgeçle süzmek aklıma geliyor sonunda.
Aşağıdan yeni bir tencere alıyorum. Süzgeci bir güzel yerleştiriyorum olan oldu bir de kendimi yakmasam iyi olur diyorum içimden.
Süzmeye başlıyorum ben tencereden devirdikçe kremanın içindeki topaklar çoğalıyor. Süzüyorum ardı arkası kesilmiyor.
Hayır bir de yanık kokusu mu var ne?

Canı yanan, çaresiz kalan her çocuk gibi ya da acil durumda basınız denen düğme misali annem geliyor aklıma. Aaannnnnee anne çabuk gel. Buna ne olmuş, anne ne oldu derken süzdüğümün aslında krema olmadığını anlıyorum.
Hop oraya zıp buraya beni maymuna çeviren Doğa hanıma aklımı vermişim kremaya akıl kalmamış.
Ben krema yapmamışım ben bildiğin sütlü bol yumurta sarılı cıvık omlet yapmışım.
Ben sabahın köründe kalktım ( Bana göre 8 sabahın körü, sana göre değilse artık senin sorunun :) )
Her işimi bugüne göre ayarladım.
Ben çok yoruldum.
Dün saaatlerim geçti mutfakta.
Hava çok sıcak.
Bu siparişin yetişmesi lazım.
Kaç kişi yiyecek bunu biliyor musun Doğa sen?!

Aklımdan bu cümleler hızlıca geçerken hayır ya ama hayır diye nasıl haykırdım anneme sorsak daha iyi anlatır emin oldun.

Kendime olan hırsımı yenemedim soluğu salonda oynayan Doğa'mın yanında aldım.
Bana bak çocuk gel buraya hep senin yüzünden, sen yaptın, sen geldin karıştırdın kafamı,m bana ait olan şeyi aldın, bana yalan söyledin, yetmedi gittin geldin soru sordun, yetmedi herşeyi berbat ettin, ben şimdi seni bak napıyorum...
Benzeri kaç cümle sıraladım bilmiyorum.
Gözümden akmakla yetinmeyip, artık fışkıran yaşlar mı daha kötüydü, elime koluma hakim olamadan 15,5 kiloluk Doğa'yı itekleyip durmam mı, yan apartman dahil insanların balkonlara çıkıp, ne olduğunu anlama çabası mı, emeğimin çöpe gitmesi mi, aylardır sakindim bir anda benden ekspres trenin vagonları gibi çıkan sinirim mi, arada kalan annem mi...

Annem bir yandan benim gözyaşlarımı sildi, ağlama kızım gene yaparsın, ben sana ne istiyorsan yacağım, yardım edeceğim, yetiştreceksin dedi.
Aynı anda ben Doğa'yı kollarından çekiştirirken ikimizin arasına girdi. Bir eli ile gözyaşlarımı siliyor;bireli ile Doğa'yı benden kurtarıp, arkasına saklıyordu. Yok bir şey kızım öyle bir şey demek istemedi Bayan aY.. Bayan aY, seni çok seviyor hiç seni üzmek ister mi Doğacım.
Şu an yazarken bile burnumun direği sızlıyor. Gözlerim doldu resmen.

Kzıgınımlığım elbette sadece Doğa'ya değildi. Karşımdaki çocuk. 2 değil 4 gözümle benim ona sahip çıkmam gerekirdi.

Dengeyi kuran her zaman olduğu gibi annem oldu.

Benim annem de öyle bir kadın ki, 3 çocuğunun annesi, eşinin annesi, Doğa'nın annesi, Irmak'ın annesi, gelinin annesi, damadının annesi...

Aynı anda birden çok anne olabilen kadınlar için tarif edebilecek ne bir kelimem var, ne de lafım.

Annem anneliğini yaptı. Bana hiç kızmadı. Suçlu olmama rağmen. Sakinleşmem için bıraktı beni. Doğa'yı kaptı götürdü.

Aklım başıma bir kaç dakika sonra geldiğinde, bu kez ben Doğa'ya nasıl böyle davrandım diye ağlamaya başladım. Sonuçta 3 yaşını yeni geçen  minicik bir çocuk o!

İçeri gittiğimde içine çeke çeke ağladıkça ben daha çok ağladım.

Ama öyle bir çocuk ki böyle bir durumda bile boynunu bükmüyor. Bana sırt çevirmiyor.

Ağlaya ağlaya boyum onunla aynı hizaya gelecek şekilde yanında diz çöktüm. Çok kez özür diledim. Sarıldım, öptüm, aslında neden kızdığımı anlatmaya çalıştım. Aslında çok yorgun olduğumu bundan sebep gerildiğimi...
Anlayış beklemiyorum senden sadece bil yeter.
Çok özür dilerim beni affettiğini söyle.
Büyükler de hata yapabilir.
Bugüne kadar ben sana hiç sesimi yükseltmedim.
Özür Dilerim Doğacım.

Doğacım, ağlamayı kesti. Tek kelime etmedi.

Daha fazla vakit kaybetmeden işime dönmek zorundaydım. Annemle beraber yeniden yumurtaları kırmaya başladık. Bu kez hataya yer yok.

Aradan 5 dakika kadar geçti Doğa her zaman olduğu gibi çok bilmiş halleri ile Bayan aY, ne  napıyorsun diyerek yanıma geldi.

Profiterol kreması yapıyorum Doğacım.

İçim minicik olsun rahatladı.

Çocuklar masumdur, kin tutmazlar.

Yaşanan bu olayı anne - babası ile de paylaştım. Onlardan da özür diledim.

Aklıma geldikçe içim sızlıyor.

Bilmiyorum o günü hatırlar mı Doğa ama benim unutma şansım yok.

Çocuk çocukluğunu yapacak, az ya da çok yaramaz hepimiz çocuktuk. Özümde sinirli olsam bile o gün hariç sinirli yaklaşmadım Doğa'ya. En azından artık küçük olayların nelere mal olduğunu biliyorum. Bir daha olmaz.

Tatlım, güzelim , balım bugün tam 3,5 yaşındasın.
Daha çok günler gör.
Çok mutlu ol.
Çok sev.
Çok sevil.
Çok başarılı ol.
Çok şanslı ol.
Nasıl mutlu olacaksan öyle  ol.

Yazmak aklımdaydı bugüne sakladım.

Sanal dünya hala var olursa okumayı tam olarak öğrendiğin gün bu yazıyı okumanı çok isterim.

Seni kesintisiz seven Bayan aY.




Tüm Hamilelere Sevgilerimle / Muzlu Rulo

Sen nasıl birisin diyecek olan da tam vereceğim cevabım yok aslında.
Ben nasıl biriyim biliyor musunuz işte bildiğiniz gibi bir fazlası yok.
Garfield ile yarışacak seviyede tembelliğim olduğu doğrudur. Zaman zaman mutfaktan su almaya üşenirim, evin çalan telefonuna kalkıp, bakmaya üşenirim, (Nasılsa arayan numara görünüyor sonra ararım mantığı yer etti içime.)  Acıktığımda yemek yemeğe üşendiğim de olur, açlıktan nevrimin döndüğü de.
İşte halim farklı ama bir halim var ki hala neden böyle olduğum bilinmez.

Aslında biraz biliyorum ben, başka bir yazının konusu o.

Unutmadan herkese sağlıklı kışlar diliyorum bir kez daha. Siz siz olun, benim gibi şıklığınızdan ödün vermemek adına lokantalarda / barlarda incecik dolaşmayın. Alın sırtınıza bir hırka veya şal. Yoksa kışa hoşgeldin partisi, huzurlarınızda nurofen ve benical cold ikilisi ile sevgi dolu günler geçirmeniz an meselesi. Geçtiğimiz üç gün bahar tadında olan havayı eve kapanarak sadece bir kez markete çıkarak geçirdiğimi söylemem yeterli herhalde.

Aman tamam iyileşiyorum sanırım derken, gönülü bir takım kitap ve dergiler arasında gezdiriyordum ki telefonum ansızın çaldı.
Arayan, şu an tanıdığım pek çok hamilenin en canı, en kanı.
Hiçbir şey yiyemediğini biliyorum. Bebek, iki ayı aşkın süredir bildiğiniz otla ve kivi ile besleniyor.

Telefondaki ses, normalde tatlı ile arası nahoş olmasına rağmen "Muzlu Rulo Pasta" istedi benden.
Ben ne mi yaptım? Elimde ne varsa bir kenara bıraktım ve ardından tabii ki buzdolabı check-up. eksik bir iki malzemeyi almak için market yoluna revan oldum.
Ve ta ta taaam gelen telefondan tam 40 dakika sonra mutfaktayım.
Hani ben hastaydım? Yok canım hasta değilim ben. İyileştim birdenbire.Biri benden bir şey pişirmemi istedi. İlacım ayağıma geldi, işe koyulma vaktidir.

Burnumun dikine gittiğim kadar, kendi tariflerimin dikine de gittiğim oluyor.
Hadi bu sefer bir farklılık yarat bakalım dedim kendime. Kendisine muhalifken, taraf olduğum değerli Şef Arda Türkmen tarifi ile yola çıkmaya karar verdim.
Arda yapar ben yapamaz mıyım? Daha da iyisini yaparım. Hatta çok daha kısa sürede. Ne yalan söyliyim son zamanlarda gözüme daha çok girdi. :)

Malum hamile beklemez ! :)

Tesadüfen tarifi yayınladığı gün izlemiştim ve internetin yüce hizmetleri sayesinde videolarını tekrar gözden geçirdim. Bu kez panik yok, her şey sıralı, aksilik yok, çıkan tansiyon sorunu yok :)


Kreması ile işe başladım. Arda Türkmen, bu arkadaşa bir tane vanilya çubuğu katmış ben yarım kullandım ve ideali yakaladığımı düşünüyorum.

Aradaki engelleri çıkarırsam tam  100 dakikada pasta hazırdı diyebilirim.

Yoruldum mu? Hayır.
Aksine ben iyileştim.
Birini mutlu etmenin vermiş olduğu huzur içme yerleşti.
Sadece hamileyi değil, çocuklu kadınları ve komşuyu da sevindirdim.

Bazen kendiniz için değil de bir başkası için yağtığınız en küçük dokunuş sizi mutlu eder.

Yazıyı okuyan ve keşke olsa da yesek diyen hamile olursa lütfen benimle iletişime geçsin.

Tüm hamilelere sevgilerimle.

Su gibi akan 40 haftanız olmasını dilerim. ;)


*** Tarif Arda Türkmen'e aittir.

http://www.ardaninmutfagi.com/yemek-tarifleri/tatlilar/muzlu-rulo-pasta

Muzlu Rulo Pasta Malzemeleri

Kek için Malzemeler
3 adet yumurta
75 gr. toz şeker
90 gr. un
1 tutam vanilya

Krema için Malzemeler
500 ml. süt
150 gr. toz şeker
40 gr. tereyağı
5 adet yumurta sarısı
60 gr. un
50 gr. mısır nişastası
1 adet çubuk vanilya
2 adet muz – içi için
3 yemek kaşığı pudra şekeri – üzeri için
Hazırlanışı;
Krema için;
Sütü bir tencereye alın içerisine vanilya tohumlarını koyup ısıtın.
Şeker ve yumurta sarılarını iyice çırpıp, un ve nişastayı ekleyin.
Sütü bu karışıma ılıtarak karıştırın ve tüm karışımı tekrar tencereye alarak ateşin üzerinde sürekli karıştırarak muhallebi kıvamına getirin.
Son olarak kenara alın, tereyağını ekleyin karıştırın ve soğumaya bırakın.
Keki için;
Yumurta ve şekeri yoğun krema kıvamına gelinceye kadar çırpın.
Unu ve vanilyayı kabaran yumurtaya eleyin ve spatula yardımı ile yumurtayı söndürmeden karıştırın.
Yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine harcı eşit bir şekilde yayın.
200 derece önceden ısıtılmış fırında 10 dakika pişirin ve keki soğumaya bırakın.
Birleştirmek için;
Kekin içine kremayı sürün ve ortasına muzu yerleştirip sıkı bir rulo yapın. Üzerine pudra şekeri serpin ve dilimleyerek servis edin.

4 Ocak 2015 Pazar

Kendimle Hesaplaşma : Annemin Beni Doğurduğu Yaştayım

Hiç bu kadar ağır olacağını bilmiyordum 2015'e girişimin. 

Hesap kitap benim işimdi ya bir zamanlar. 

Denklemi yazıyorum sana iyi oku! 

2015-1983=32=Hayriye Hanım, Bayan aY'ı doğurdu=Eyvah!

Aşkım bir tanem Teomanım, bir bar taburesi üstünde babamın öldüğü yaştayım , PARAMPARÇA diyor ya; ben de elimde şarap kadehimle bugün : yine annemin mutfağında annemin beni doğurduğu yaştayım HESAPLAŞMA ...

2015'e alkolsüz girdim ben biliyor musun? Kimseler inanmadılar buna. Tek yudum alkol yok, bilakis o gece sadece su ve yeşilçay içtim.

Yeşilçay bütün alkollerden daha alkollü emin ol. Vol %70 civarlarında uçuyor. Ben diyorsam inan bana. Tecrube ile sabit. 

Geçtim aynanın karşısına o gece.

Öyle bir alkol ki bu, içimde olanları, kafamdan geçenleri, sade, masum, acınası bir kibarlıkla konuşmamı sağladı. Dünyanın en afyonlu sigarasını getirsen, ancak bu havaya girerdim ben. 
Öyle ki, söylemem gereken temel 3 cümlem vardı. Sabah olunca anladım ki o 3 cümleyi kuramamışım bile. Haykıramamışım. Beynimin içi yine saman dolmuş. Düşünmüş AMA düşündüğüm olaylar zincirine belirtili isim tamlaması, kuramamışım. Sıfat tamlaması kuramamışım. Kurduğum cümleler olsa olsa takısız isim tamlaması olmuşlar.

Ben büyüdüm mü yoksa yüklerim mi ağır geldi de bu kadar sakin oldum? Yoksa çarpıldım mı bir yerimden başka bir yerlere?

Elimde tekilalarla, kendini müziğe bırakıp, çılgınca dans eden, ayakları şişmeye başladığı anda bütün hijyen kurallarını yıkıp, pabuçlarını bar taburesnin altına park etmek sureti ile dansına daha hızlı ve kıvrak devam eden, eve dönünce ayaklarını 80 derece suda yıkayan, sonrasında biraz da çamaşırsuyu ilave ettiği suda topuklarını ovalayan bana ne oldu ???

Aklı evel bir kızdım. Çılgın bir kızdım. Korkak bir kadındım. Çekinceleri olan, küçük bir kadın. Asi gençliktim. Umarsız kız çocuğu. Şehir sınırlarındaki en agrasif kız. En dediğim dedik kız çocuğu. En inatçı, en haylaz, en sorumsuz. En tembel, en çenebaz. En itiraz ediyorumcu...

Ne oldu da sakin sakin konuştum aynaya karşı?
Bağırmadım. 
Ağlamadım.
Gözlerim doldu bir an, tırnaklarımı avuçlarıma sapladım. Canımı yaktım ama ağlamadım son kez. 

Hesap sormadım aynaya bakarken.

32 yaşıma çöken sükûnetle konuştum aynaya yansıyan benle.

Açıkladım. 

Sorgulamaya kendimden başladım. 
Kendi kendimin doktoru oldum. 
Karakter analizimden başladım.
Huysuzluklarımdan.
Eksiklerimden başladım. 
İçimi koydum dışıma, karşısına geçtim.
Bir bir anlattım.
Ben neden böyleydim. 
Bulduğum sonuçları anlattım. 

Susutum. 
1 şey istedim.
Sustum. 
1 cümle kurdum. 

Çaresizce baktım o aynaya.

Güm diye ayna şakırdaması duyuldu.

Ayna paramparça olmuştu artık.

İlk kez...

Yürüdüm gittim.

Aklımda olan neydi onu da tam bilmiyorum.

Ayna ile neden o gece yüzleştim hala bilmiyorum. Aynalara hasret kalmak , aynaları özlemek ...



*** Anneme gelmeme 30 gün kadar kalmış. Aile bireyleri ve annemin kucağına yerleşmiş dayımın büyük kızı.



Eyvah ki ne eyvah! dediğim pek çok şeyin, beni ilk tırmalayanı : Artık annemin beni doğurduğu yaştayım! 

Annemin, arkadaşlarımın annelerine göre daha büyük olduğunu anlamam ilkokul 1. sınıfta okuduğum yıla denk geliyor. Okulun ilk günü herkes annesi ile gelir ya okula. Biz de bu ritüeli bozmadık annemle. Herkesin elinde bir adet anne vardı o gün. Sırama annem yerleştirdi beni. Beslenmen var burada, öğrentmenin söyleyince yiyeceksiniz. Evdeki gibi yapma, arkadaşlarından geri kalma, ye beslenmedekileri dedi ve sınıfın dışına çıktı.
Saf saf baktım. 
Bütün çocuklar ağlıyordu annelerinden ayrıldıkları için. Ben de camdan beni gözetleyen anneme baktım. Ağlamıyor ama gözleri dolmuş. Hem gözleri dolduğundan hem de sınıfttaki diğer cücüler ağladığı için !!! ben de başladım ağlamaya. 

Salak mıydım? Salak olsam iyi hem salak hem saftım.

Gözüme  ilişti diğer anneler. 
Hepsinin saçları pırıl pırıldı. 
Yüzleri daha gergindi. 
Sanki daha uzundular. 
Daha mı ...
Tamam şimdi buldum!!!  Bunların saçları beyaz değil, sarı, kahverengi , kırmızımsı, siyahtı. 
Benim annemin saçları ise fındık kabuğuna katılmış, gri renkteydi.

Sanırım, benim annem diğer annelerden yaşlı.
Peki neden?
Ben küçüğüm ondan olabilir mi?
Küçük olmak boyu kısalık mı?
Yaşı küçüklük mü? 
Yoksa her türlü şımarıklığın hoş görülmesi mi? 

Anneme sorduğumda gülümsedi. Ben arkadaşlarının annelerinden yaşlıyım, çünkü sen benim 3. Çocuğumsun bir abin, bir ablan var. Arkadaşların, annelerinin ilk çocuğudur ...

Hep genç annem olsun istedim. 

İlk kez bugün insanlara yazıyorum, ahali dışında birileri ile bu dileğimi paylaşıyorum. Abim, annemin kardeşi gibi duruyordu. Annem, benim annem olması gerkenden büyük duruyordu bana göre.

Sorun da burada ya zaten!!! BANA GÖRE OLAN, bana göre ne, neydi?

Hayatıma yaş biçmedim ben. 
Gelişine göre yaşadım, sayılır! 😎

Aramızdaki cinsiyet farkına inat, beni benden daha çok tanıyan; talihsizlikler çemberinin bir araya getirdiği, ailemin de içinde olan dostumla  telefonda konuşuyordum yeni senenin 3. gününde: Söyle bana! Ben neden annemin beni doğurduğu yaşa gelmeme rağmen, hala bebek sahibi olmak istemiyorum? Neden birinin karısı olmak istemiyorum? Sevgilisi sıfatı bana yetiyor, bedenimi , fikrimi dolduruyor taşırıyor. Göklere fırlatıyor. Tam geliyor ruhuma. Özel dikim elbise gibi ...

Çevremdeki bütün dişiler üremişken, üreyemeyenler neredeyse bakkal amcanın torunundan koca, allahın öküz diye bu dünyaya saldığı mavi kimlikli canlılardan baba yapmaya çalışıyorken; ben sadece birinin bir şeyi olma derdindeyim?

Okan Bayülgen'in bir ömür kıskanacağım ex karısı bile (çünkü Okan'ımla evlendi!) 30 yaşına varmadan, çocuk doğurma depresyonuna girmişken; biricik değişmeyen aşkım Teoman bile BABA olmuşken, okuduğum kadınlığa dair kitaplarda, hormonların coştuğu, 30'a varmadan süt bezlerinin şahlandığı, anne olma seramonisinin kulaklarda çanlar çaldığı, çan seslerinden sağır olan dişilerin, genelde en yakındaki öküzle hemen 2 imza ve bir çiftleşme sonrası bebek yapıp, biz aile olduk yehhhhu nidalarını attığı...

Bebek sahibi olmak için dişilerin neredeyse hepsinin öküz/sel körlüğe kapılıp, evlenme sırasına girdiği, düğün sevmem, tantana istemem diyen en bohem takımın dahi "angaranın bağları" ile göbekler attığı, ben yemekten anlamam diyenlerin mutfakta çok iyiyim artık !!! diye palavra sıktığı, adam yaymış! yatarken, bu sabah kahvaltımı yatağıma getirdi kocam!!! 'La başlayan yalanlar sallayan kadınların olduğu dünyada ben neden böyleyim?

Hayatıma dair en büyük planım, üyesi olduğum uluslararsı öğrenci staj değişim organizasyonu AIESEC'in haftasonu eğitimlerinden birinde (sene 2003) "10  sene sonra nerede olmayı hayal ediyorsunuz?"  sorusuna verdiğim yanıttı. 

Bir tek o yanıtta yanılmadım.

Kendimi 10 sene sonra, bir bankanın şubesinde çalışırken, ama üst katındaki masamda!!!! çalışırken, elime oje sürüyorum! demek sureti ile en fantastik, tek kurduğum hayal olan ve tek gerçekleşen hayalimi paylaşmıştım.

Oha diyeceksiniz, ama benim bu hayalim gerçek oldu. (Yazar, bugünü anımsayınca kocaman, hınzır bir gülücük attı kendine 😉)

Her neyse, mesele bu da değil. 

Hayatıma dair korkum hiç olmadı. Endişem olmadı. Planlarım oldu ama sadece tatil ve eğlence odaklı oldu. 

Ben bir milyon beşyüz seksen altı bin kere neye inandım biliyor musun? 

Annenim beni doğurduğu yaşa geldiğimde her şeyin mükemmel olacağına.

Daha doğrusu, her şeye sahip olacağıma inandım.
Sorunsuz bir hayat.
Yetişkin birey olmak.
Kendi ayaklarının üzerinde durabilmek.
Ne bileyim, falanca yerin müdürü, filanca şeyin kurucusu.
Bilmemnenin yaratıcısı.
Yaptığım bir şeyde ama tek bir şeyde "aranan kişi" olacağıma inandım.
Sihirli değnek gelecek, bana 3/5 dürtecek beni ve sonrasında hooooop en tepelere beni taşıyacak...

Kendime dair beklentilerim bunlardan ibaretti.

Asla ve asla annemin yaşına gelip, 3 çocuklu bir kadın olacağım demedim.
2 çocuklu kadın, hayır demedimmmm.
Damızlık niyetine 1 çocuk, onu da demedim be kardeşim!

X Y' nin karısı olacağım; hayır bunu da demedim.

Q Z' nin nişanlısı, bu da değil.

V P' nin yasak aşkı, bu hiç değil !!!

Olsa olsa bayan aY'ın elini, gözünü, dişini,  saçını vs değil de  ruhunu sevecek A B'nin sevmekten bıkmayacağı sevgilisi ...

Bu yaşıma dair tek gerçeğim; başarılı ve çok sevilen çılgın kız / küçük kadın olabilmekmiş.

Sahip olabilmek.
Aile kavramından çok "BİZ" olabilmek.
Elimle yüzünü kaplayabilmek.
Değer görmek.
Çok sevilmek.
Yüzündeki çizgileri de saçındaki beyazları da sevebilmek.

Sevdiği şeylerde başarılı olmak.

Birinin birşeysi ...

32 yaşım, annem gibi olma isteğimden oluşmuyordu kafamda.

Annem olmak isteseydim 25'imde hayatıma koyduğu ipoteği fek ettiğim öküzü terk edeceğime evlenmiş, 1 veledi eteğime yapıştırmış, ikincisi için gün sayıyor olurdum.

Annem kadar sevgi dolu olmak, merhametli olmak, onun kadar anne olabilmek...

Başaramamaktan hep korktum.

Annem, anne olarak kalsın. 32 yaşında kalsın kafamın bir yerlerinde. 2 ülke arasındaki en belirgin sınır niyetine kalsın içimde.

Gittiğim ülkelerden tatil bitti sendromunu ama annemin yemeklerine kavuştumlarla kalsın annem, kalbimde.

Şehriye çorbası ile,
Beni benden alan karnıyarık ile,
Aşklarımdan daha da aşık olduğum Şekerli fasülyesi ile ( zeytinyağlı çalı oluyor, çocuklen şekerli fasülyeydi bana o hala da öyle derim. ) 😊

Sorunsuz, kusursuz, mutlu, tam, aşık, güçlü, başarılı, hırslı, hevesli, sevgili, saygılı ... 32 yaş bekliyordum. 

Böyle işte. 

Olur olur bal gibi olur, diyorum içimden kendime. 

Bu seneki yaşgünümde o da olur. 

Aklımda bir plan var, olursa en bombası olur hatta. 😎

Oldurmayı bilmeli insan , öldürmeyi değil.

Ne diyordum, annemin mutfağında, elimde şarap kadehimle annemin beni doğurduğu yaştayım. 

Sağlığıma ... 😉 🍷