25 Ocak 2015 Pazar

Sömestr Tatilin Bedelli mi Olsun Bedelsiz mi?

Şaka değil gerçek bu tatilin bir bedeli var bence herkesin hayatında. Bizim evimizin yönetim şekli, getir takdiri al bisikleti şeklinde değildi. Ya da al teşekkürü götür keşkülü stilinde de olmadı. Öğrencisin sen öğrenci, emperyalist sistemin kölesi olmadan önceki evredesin. Biz görevimizi yapıyoruz anne - baba olarak, senin görevin ise insan gibi olmuyorsa eşşekler gibi çalışmak ...

Detaylar bir yana da hakikaten hiçbir karne dönemimde bana hediye alan olmadı. Başım mı kel diyeceğim o da değil, dilim çok uzun diyeceğim ama ağzını bıçak açmayan ablama dahi hediye  alınmadığına göre çenemi kapatmak düşüyor bana. İç ses bi kes artık sesini dilin çok uzadı bu aralar, komut verme öyle derinlerden beynime ve kalbime bi sus artık bi sus ! 

Ben karne gününü eğlenceli hale getirmenin yollarını düşündüm. Ailemizin tek karne alanı Doğacık için %100 organik Domatesli Akdeniz Ekmeği hazırladım. Amaç, 2 hafta okula gitmeyecek olan Doğacık, daha doğal beslensin. Hani bir fotoğrafı olsun bugünü    bir de benimle hatırlasın.

Hoş beni hayatı boyunca unutabilecek mi acaba? :) 



Bize yapılmadı diye, bizden sonraki nesile de yapılmaması gerektiği anlamına gelmiyor bu karne hediyesi seramonisinin.
Yapılsın hem de en güzeli yapılsın.



Çok net hatırlıyorum. 6 yaşım, aylardan ocak veya en geç mart. Karlı bir gün yine.  Bizim evi kreş eyleyen kuzenlerimle tepiş tepiş bir pazar günü, evin yüklük olarak kullanınan bölümünde kuduruyoruz.
Beyaz bir kabanım var. Cep kısımlarının üzerinde kırmızı rugan elma, yeşil rugan yaprağı var ... İçeriden birisi sesimize geliyor. Olay yeri basılıyor. Çığlık kıyamet!  Biri bana "çıkarsana kızım, içeride kaban mı giyilir?" diyor. Öyle bir " atarlanıyorum ki " benden 20 yaş büyük kadını geri püskürtüyorum. "Aaah deli bu be!? Böyle şey görmedim ne biçim çocuk bu? Neyse canım, büyüyünce düzelir !"  diyerek gidiyor.

Pek sayın muhterem büyüğüm, büyüyünce düzelmedim, daha da azıttım. Hatta o gün sana diklenmiştim sadece; bugünüme bir bak aklıma gelen herkese ... 

Büyüyünce geçmiyor, sen büyümüyorsun. Büyüyen sadece bedenin. Seni sen yapanlar seninle geliyorlar. Şayet bir dönek değilsen. Bilmem anlatabildim mi? 😎

1991 senesinin sömestr tatilinden beri, sömestr kelimesini duydukça içim hep cız etti benim.
Herkesin kanatsız melek olarak tanıdığı annem beni öyle bir dövdü ki ... 
Hayatımda ilk ve son yediğim dayak oldu annemden. 
Kendimi övmeyi sevmem. Marketing zaten sıfır! Sorf bu yüzden mba mi yapsam acaba dediğim günlerim var artık! Hiçbir gün aynaya bakıp, allaaam sen neler yaratıyorsun demedim. Bildiğin makyaj güzeliyim ben. Her seferinde, karşıma her çıkan öküze de özellikle söylemişimdir. Makyaj güzeliyim ben!

Ama haksızlık da edemem kendime. 

Ellerimi beğenirim.
Ellerimi beğenirler.
Ellerin ne güzel, derler. 

Bu eller neden güzel biliyor musun? 

Annem beni, ellerimden! öyle bir dövdü ki ! Ellerimin derisi dahi öyle bir soyuldu ki !  Ben ellerimi 15 gün açamadım bile. Yemek bile yiyemedim. 

Ondan güzel benim ellerim.

Ben o dayağı neden mi yedim? Olay kısaca benim her zaman olduğu gibi burnumun dikine gitmemden kaynaklıydı.

Yukarıda yazmıştım. Anneleri çalışan kuzenlerim için, evimiz Hayriye'nin Kreşi havasındaydı. 2. Sınıfın yarıyıl tatilinde yine bizim evdeyiz. Dayımın kızı Duygu 3 yaşında. ( Şu an evli, çocuk doğuracağı ve çocuğunun 3 yaşına geleceği günle iple çekiyorum! Mesaj iletildi umarım :p ) Teyzemin kızı Ebru, benimle yaşıt olay tarihinde 8 yaşında. ( Ebrucuğum, senin o güzel kızın Öykü, 8 yaşına gelince bir görüşelim, alacak verecek meselesi hep bunlar. Anasını dövemedim kısmetse Öykü'yü :))  ) 
Tamam be şakaydı. 
Hatırlatın da saçlarınızı çekeyim sizi ilk gördüğümde.
Doğuştan ultra yaramaz Duygu bizim oyunlarımızı hep bozduğu için, ( bu ne demek deme vallahi ben de bilmiyorum küçükken öyle derdik ) kendisini iple bağlayabilmek için odaya girdik üçümüz. Ben kapıyı kilitledim ve anahtarı kaldırdım kütüphaneye. 
Gel zaman git zaman, Duygu o kadar zıp zıp bir kızdı ki bağlayamadık! Odadan çıkabilmek için, anahtarı aramaya başladık ama nafile! 
Boyumuzun yettiği, gözümüzün görebildiği yerlerde anahtarı bulamadık. Panik halleri desen, değil ölüyoruz korkudan biz şimdi ne yapacağız diye. Üzerine çişimiz geldi, karnımız acıktı. Eh, hal böyle olunca annem bizim acil durumda çekilmesi gereken imdat frenimizdi.
3 çılgın kız, odanın kapısını yumruklamaya başladık. Annem içeriden geldi. Durumu anlattık, nasıl başardıysanız kilitli kalmayı, o şekilde çıkın dedi ve o yılların en popüler soap operası olan "Yalan Rüzgarı" nı izlemek üzere salonun yolunu tuttu.
Anahtarı aramaya devam ettik ama yok.
Annemi yeniden yerinden ettik, kalktı geldi. 
Bu kez daha da kızdı bize ve gerçekten belki de hayatında ilk kez bu kadar öfkeleniyordu.

İçinden çıkılmaz, kısır döngünün en salçalısı haline gelen oyun, sabır denen şeyi bırakmamıştı artık bende! 

Annem gelse de gelmese de biz buradan çıkacağız dedim, kendini ordusuna adayan komutan edası ile.

Bebeklerimin elbesesini ayaklarıma bağladım. Çünküüüü bebeklerimin elbisesi güzeller. Pembe ve kırmızı. Güzel oldukları için onlar benim olmalı. Güzel severim ben. Güzel anladın mı? ( Yaş 32! Hala güzel görünce akıl baştan gidiyor! )

Ebru'ya o senelerin modası, üzeri Türkçe/İngilizce giderli sözlerin yazılı olduğu defter kabını verdim. ( Aşk bir elma şekeridir. Yersin yersin elinde kazığı kalır!!! Şeklimde giderli cümleler vardı. ) Ayağına bağladı.

Duygu cücesinin ayağında zaten eviçi ayakkabıları vardı.

Kaçış planımız belli. Odanın camındaki sinekliği sökeceğiz. Önce Ebru balkona atalayacak. Sonra ben ona Duygu'yu vereceğim. Sonra da ben atlayacağım. Sonra balkonun diğer ucunda gideceğiz. Yani mutfak kapısına! Kapıdan sesleneceğiz annem de bizi içeri alacak! 

Eski tip bir binada oturuyoruz. Kocaman bütün evi kaplayan balkonumuz var var olmasına da, o balkonunun demirleri ile balkon arasında benim şimdiki bedenimin sığacağı kadar boşluk var! Ayrıca manyak gibi kar var dışarıda, öyle ki annem karı leğene koyup, içeri servis ediyor! Kardanadam yapıyoruz maaile salonun ortasında! ( maksat aman çocuğum hasta olmasın! )

Biz sağ salim atladık özgürlüğe giden balkona. Mutfak kapısına da vardık tek parça. Koronun her bireyinden başka ses yükleseliyordu o an : hala kapıyı aç, teyze kapıyı aç, anneeeğğğğ kapıyı aç! 

Kaç dakika ya da saniye sürdü bilmiyorum ama annem bizi gördüğü anda o küçücük gözlerini öyle bir pörtletti ki ! 

Kapıyı açması ile bizi içeri alması bir oldu.

Avazı çıktığı kadar bağırdı.Sakın yanlış anlamayın, annem konuşmak için bile sesini zor çıkarır! 

Ya bu çocuğa bir şey olsa! Ya bu çocuk düşse! Bu çocuk emanet. Çok küçük. Hiç mi düşünmediniz bize bir şey olur diye? ( Bütün endişeler Miss Duygu için! ) 
Hele bu! Ya tutamasaydı Duygu'yu? Ya düşseydi? Hiç mi korkmadınız! ( bu diye hitap ettiği de Miss Ebru! )

Fikir kimden çıktı kimden ??? 
Kimin fikriydi sinekliği söküp, atlamak ?!

Daha ben, benimdi demek için ağzımı açmaya kalmadan " senin fikrindi değil mi?" cümlesi  ile  annemin sadece ve sadece elleri ile ellerime vurma seansı başladı.

Duygu ya da Ebru bir tokat dahi yemediler.

Ne yüzüme, ne koluma, ne kafama ne de kalçama vurdu annem. 

Bir tek ellerime vurdu var gücü ile.
Ama öyle bir vurdu ki, durmak bilmedi.
Anne yapma dedikçe vurdu. 

Ya bu emanet çocuklara bir şey olsaydı, dedi durdu.

Ben 3 kişilik yemiştim dayağı.
Yani ellerim yemişti.

Üstümüz başımız karda ıslanmış zaten. 
Düşmemeyi başarmışız ama soğuktan titremişiz.

Üstümüz, başımız devşirildi ama annem bir yandan ellerime vurmaya devam etti.

Eşşek gibi zırlayarak ağladım.

Ellerim o tatil boyunca kapanmayacak hale geldi. Üst derileri sanki yanmış gibi soyuldu. ( El nasıl yanar? Bunu da 2007'nin Kasım ayında tecrübe edecektim!!! ) Yanık kremleri sürüldü elime. Okul açıldığı vakit bile hala krem sürüyordum.

İz falan kalmadı şanslıymışım! 

Annem, o çocuklar misafirdi onlara vuramazdım, dedi. 

Bu cümle ile annelik sıfatının ona verdiği yetkiye dayanarak vicdanını rahatlattı. 

Teyzem, ben olsam benim kızı da döverdim dedi ki biliyorum döverdi. ( Aslan teyzem! Adalet arıyoruz her yerde! )

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum annem hep bu maceramız anlatıldıkça : Ölürüm ölür, nasıl vurduysam ellerine, acısı nasıl içine oturduysa yavrumun, elleri de iyileşmedi diyip, durdu.

Bizim ailede genetik sanırım. Gözümüz dönüyor bir an, yapmayacağımız işi yapıyor, ardından da senelerce özür diliyoruz.

Demem o ki, çocuklarınıza vurmayın. 
Elleri dahi olsa vuracağınız yer, vurmayın işte.
24 sene dahi geçse acısı unutulmuyor bayan aY'dan söylemesi.

Ben, sosyal faaliyetlerle Doğa'yı mutlu edeceğim elbette bu 2 hafta ama. 

Onun adına yakışır, doğal ekmeğin tarifini de yazıyorum size. 

Kızınız / oğlunuz varsa belki de onun için yaparsınız bu sefer. ;) 

Dayaksız, şiddetsiz, aşk dolu sömestr ... 😉😉

Domatesli Akdeniz Ekmeği

*** Ekmek makinası ile yapılmıştır. ***

Malzemeler: 
350 gram tam buğday unu,
150 gram beyaz un , ( protein oranı %13'ü bulursanız gelir alnınızdan öperim sizi! Ben, %12,20 ile yetinmek zorunda kaldım. 4 ayrı market gezdim 😢 ) 
280 ml ılık su,
40 ml zeytinyağı,
10 gram instant maya,
10 adet kurutulmuş domates,
1 baş orta boy soğan,
1 çay kaşığı tuz,
1 çay kaşığı pul biber,
1 çay kaşığı kekik. 

Hazırlanışı: 

Soğan ve kuru domateslerimizi mümkün olduğunca minik doğruyoruz.


Makinamızı orta esmerlikte, klasik ekmek ayarında çalıştırıyoruz.
Ilık suyu hazneye döküp, mayayı ilave dip 1 dakika çalıştırıyoruz.
Ardından, zeytinyağı, tuz, kekik ve kırmızı biberi ekliyoruz.



1 dakika da böyle karışsınlar. 

Ardından esmer ve beyaz unlarımızı ekliyoruz.


2 dakika da bu şekilde karışıyorlar birbirlerine. 
Son aşamada kuru domatesi ekliyoruz.


 
Kapağını kapatıyoruz.
Gerisi makinanın becerisi. 
Benimki 3 saatte pişirdi.

Eğer ekmek makinası yoksa. Reçeteyi aynı şekilde uygulayın. Derince r kaba alıp, streç film ile ağzını örtün. En az 2 saat mayalansın. Hacmi en az 2 katına çıkmalı. 
Unladığımız tezgaha hamuru alıyoruz. Son aşamada, ufak porsiyon istiyorsak parçalara ayırıyoruz ya da bir parça olsun derseniz unladığımız ellerimizle şekil veriyoruz. Bıçakla üzerine 2 cm derinliğinde çizikler atıp, 180 derece fırında üzeri kızarana kadar pişiriyoruz. 

Not: Hamur yumuşak olmalı, kulak memesi kıvamından daha yumuşak ama asla cıvık değil. ;) 

Deneyecek olanlara afiyet olsun şimdiden. 

Sağlıkla, mutlulukla çoooook sömestrlar göresiniz. 😊😊