29 Mart 2016 Salı

BaYan aY Hatay'da

Ben Kendime bile itiraf etmekte zorlanıyorum ama evet hayatımdaki epeyce bir şeyi boşladım nicedir. Başta pasta yapmayı, sonra yürüyüş yapmayı, kitap okumayı, yemek yapmayı, dönem dönem mutlu olmayı. Bunları yapmadığım zamanlarda ne mi yaptım? Bol bol film izledim. Sayısını yazmayacağım, epey uçlarda çünkü...

Aslında emin değilim herkese aynı şekilde mi etki ediyor bu kış ayları? Yaşım geldi 33 'e, ve ben hala Ocak - Şubat aylarını kış uykusu edası ile yaşıyorum. Sonra ne mi oluyor? Mart ayı ile beraber ara verdiğim her ne varsa verdiğim o arayı kapatma yemini ile tam gaz yaşıyorum. Tarzım bu diyeceğim ama bu tarz da pek yararlı değil sevgili okuyucu. Yan etkileri kilo ve tembellik olarak yapışıyor bünyeye.

Can sıkıntısından çatladığım bir gün ben yine " gidiyorum abicim, Hatay'a da gidicem ve gurme gezilerimi 2'ye katlayacağım " dedim. Aynı keskin kararlılıkla aldım biletlerimi. Seçtim otelimi ohh dedim arkasından, şimdi kış uykuma geri dönebilirim :)

Şaka bir yana 3,5 sene önce gitmek için uçak biletlerimi almış, arabamı kiralamış, otelimi ayırtmıştım.. Ama gel gör ki ailede yaşanan sağlık nedenleri ile gezimizi iptal etmiştim. O dönem abim ve Ayla ile gidecektim. Yaş ortalaması yüksek ama eğlence anlayışımız tavan seviyedeydi. :)
Şimdi ise gezide bana eşlik edenler benden genç ve nedendir bilinmez eğlence dozları bana göre daha düşük seviyelerde kişilerdi.

Hatay geziniz için yanınıza almanız gerekenler, yerken kendinden geçen, yedikçe yiyesi gelen, kebabın akan suyuna, mezenin tabakta kalan kısmına ekmek banabilen, künefenin kırıntılarına dahi aşkla bakan kişiler olmasında bence fayda var.

Ah şimdi beni tanıyıp da okuyanlar "bu baYan aY'a ne olmuş böyle içinden canavar çıkmış yahu"  diyorlardır. Evet okuyucu, içimde bir oburla yaşıyorum ben ama senelerdir hayat felsefem "veremeyeceğin kiloyu alma" üzerine kurulu. Bu nedenle aç yaşarım formda kalırım; gezme tozma zamanlarım hariç. Gittiğim yerde de mızıklanmadan yerim ki iş amacına ulaşsın.

Hem bir daha mı geleceğiz dünyaya???

Hatay için rehber niteliğinde bir yazı geliyor, hazır mısın?

Öncelikle elinizdeki uçak biletinizin size indirim sağlayabileceği araç kiralama şirketlerini sorun soruşturun derim. Araba şart desem yeridir. Mesafeler hiç uzak değil ama gideceğiniz yerden geçecek olan otobüsü ben diyim 30 dk siz diyin 55 dk kadar bekleyebilirsiniz. Bu nedenle riske gerek yok. O arabayı kiralayın gitsin.

Havalimanında şehir merkezine mesafe araba ile tam 30 dk sürüyor. Anayol tek bir tane hatta öyle ki bu anayolu hiç bırakmadan sürün arabayı, şehrin neredeyse tamamını gezmiş olursunuz.

10:55'te Antakya'ya varan uçağımızdan inince aracı teslim almamız ve merkeze varmamız tam 12:00'a denk geldi. Bu da benim aklımdaki çizelgeye tam anlamı ile uyuyordu. Zevkine hayran olduğum gurme Vedat Milor'un 2 kez ziyaret ettiği Antakya Uzunçarşı içinde bulunan pöç kasabı ilk durağımız oldu. Haydar Usta bizi kapıda kocaman gülen yüzü ile karşıladı ve hepimizle tek tek tokalaştı. Anadolu insanı işte hala samimi ve içten olmayı başarıyor.



Hatay'ın bir düsturu da eti kasapta yemek. Kasaba gidiyorsunuz, şu etin şurasından şu kadar gram diye belirtiyorsunuz gerisi eli lezzetli ustaya kalıyor. Kasap dükkanının içinde olmanın verdiği doğal koku da et kokusu. Kokuya dayanamayanlar olabilir çok doğal. Bizim şansımıza 4 katlı kasabın bütün katları faaldi ve camları açıktı. Biraz bu avantajdan faydalandık ve kokuları görmezden geldik diyebilirim.

Masamıza kasabın en deneyimlisi olduğunu gözlemlediğim servis elemanı geldi ve isteklerimizi sordu. Dersimi çalıştığım için 4 porsiyon tepsi 2 porsiyon da kağıt kebabı bir de belen tava istedim ( aklımı kaçırmadım sadece açtım ) ustam sağ olsun iyi niyetinden siz bana bırakın, 2 tepsi 2 kağıt kebabı yeterli gelir bence size deyiverdi. Haklıydı tabii.. :)

Yaklaşık 15 dk sonra kağıt kebaplarımız bize masada göz kırpıyordu. Mideme indirmeden önce kendime hakim oldum ve fotoğraf çekmeyi başardım. :)


Tadı tuzu yerinde minicik acısı var. Ama yanlarda gördüğünüz biberler sakın ha bulaşmayın adamı yakar, kül eder benden yazması. :)

Kağıt kebabımızın bittiği anda tepsi kebabı masamıza teşrif ettiler. Daha yoğun bir kokusu var kağıt kebabına göre. Bunun da nedeni içinde eklenen salçalı su ve ekstra kuyruk yağı. Daha yağlı-sulu bir kebap. Tat aynı ama sanki azıcık daha acı olmuş bu sefer. Satır kıymasına azıcık maydanoz, domates soğan eşik ediyor. Tepsinin süslemesin de köz domates, biber ve kırmızı soğan var. Bakınız:


Bir de nane demeti geldi masaya bunun amacı da arada ağzınız yanarsa serinlik vermek. Yanan oldu ve denedi sonuç başarılı :)


Kebapların bitmesi, karınların doyması toplamda 40 dk kadar aldı. Sonuç ben mutlu, midem mutlu! Ölmeden önce gidiniz ve yiyiniz diyorum!  Meraklısına fiyatları yazayım , 1,5 litrelik su, 2 porsiyon tepsi, 2 porsiyon kağıt kebabı, 3 açık ayrana 62 TL ödedik. Bundan iyisi şamda kayısı olsa gerek. :) Kapıda ustamızı da yakaladım ve fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedim. :) Karnım da tok daha ne isterim değil mi ustam?

Tok karınlarla istikamet Habibi Neccar Camii oldu. Avlusundan bir görüntü:


Sonrasında ver elini Harbiye, Şelaleler. Havanın tam da bahar havası olması nedeni ile yeşilin bin bir tonu ve serin sular içinizi ferahlatmak için bizi bekliyordu. Merkezden 25 dk kadar araba yolcuğu yapınca şelalelere varmak mümkün. 


Amaç nefes almak yeşile doymak ama bir amacımız daha vardı: o da künefe için ilk vuruşu yapmaktı. Sevgili Burçak'ın tavsiyesi ile Kervansaray 'a uğradık. 2 şer kişilik porsiyonlar halinde nar gibi kızarmış, peynirle özleşmiş, hafif şerbetli bol kıtırlı künefe karşınıza geliyor. Porsiyon güncel ikram edilen künefelere göre çok daha büyük. Lezzetine gelirsek : muazzamdı! Benim için gevreklik çok önemli ve bu gevrekliği Kervansaray sağlamış. Sadece tek kötü yönü ben künefeyi kaynar kaynar dumanı üzerindeyken yemeği seviyorum. Servis görevlisi ile mutfak arasındaki muhaberat, servis görevlisinin kafasına göre mutfağa gitmesinden oluştuğu için künefe masamıza gelen kadar ılınmıştı. Ama herşeye rağmen benden 5 milyon yıldızı almayı başardı. :) ve karşınızda Nar kızılı künefe:


Karnım tok, tatlım yerinde hali ile rotamız Vakıflı Ermeni Köyü oldu. Varlığından çok senelerdir haberdardım. Hep tek olan benim merakımı cezbeder. Ve nihayetinde burayı da görebildim. Sessiz, sakin, huzurlu minik bir köy burası. Portakal ağaçları var alabildiğine. Misler gibi portakal çiçeği kokuyor her yer. Biz gittiğimizde gün batmak üzereydi.


Fotoğraf çekiminden sonra köy kahvesinde biraz soluklandık ve köyün kadınlar kolunun kendi üretimleri olan reçeller, nar ekşileri, şuruplar ve doğal baharatlardan almanız mümkün. Şeker hastaları için de özel bir reçelleri var: havuç reçeli. Portakal suyu ilavesi ile yaptıkları havuç reçeli hem şekersiz hem de oldukça aromatik. Meraklısı varsa evde denemeler yapabilir. :)

Artık akşam yemeği saati geldiğinden rotamızı otele doğru çevirdik ve biraz dinlenmek üzere odalarımıza dağıldık. Otel olarak The Liwan Hotel 'i tercih ettik. İlgili personeli, temizliği, merkezi olması ve en önemli binanın tarihsel dokusu beni bu otele yönlendirdi. Benim gibi zor beğenen kişiler için kesinlikle tavsiye edebileceğim bir butik otel. Sadece kahvaltısını biraz zayıf bulduğumu belirtmek isterim. Belirli bir kaliteye ulaşmış bir otelde beyaz peynir denilince klasik beyaz peynir ( hatta böreklik peynir kalitesinde bir peynir ) yerine ezine peyniri sunulmasını tercih ederdim. Zira peynir çeşitleri çok ama kalite olarak gerilerde kalmıştı. Kendi üretimleri olan biberli ekmek ve kaytaz böreği ortalama seviyede ( sunum sıcak değil ) kayısılı kekleri ise muhteşemdi.


Akşam yemeğine dönecek olursam, araştırmalarım ve Burçak tavsiyesi ile Sveyka Restoran' da karar kıldım. Bazı tercihler insanı gerçekten çok mutlu ediyor. 1944 senesinde inşa edilen bir binada hizmet veren Sveyka' da girişten, uğurlama aşamasına kadar bütün çalışanların ilgili ve yardımsever olduğunu belirtmek isterim. Yoğun zamanlarda yemeğinizi fasıl eşliğinde tatma şansınız var. Aslında biz de bu düşünce ile gitmiştik. Ama sadece 4 dolu  masa olduğu için ne yazık ki fasıl keyfinden mahrum kaldık. Sveyka'da sofranıza gelen bütün yemeklerin lezzeti sorgusuz sualsiz gayet başarılıydı. Sadece yöresel salatası fettuş tuza boğulduğu için diriliğini yitirmişti. Rakı hariç iki kişi tıka basa yemenin bedeli 80 TL oldu. Hatta itiraf etmeliyim yiyemedik, tabakta kaldı pek çoğu. Porsiyonlar büyük geliyor kalabalık grupla gitmekte fayda var. ;)

Aşık olduğum yemeklerden biri : Maklube




Oruk:




Sırası ile Karışık Meze Tabağı: Zeytin salatası, zahter salatası, abugannuş, muhammara, tarator, süzme yoğurt.




Salatamız Fettuş




Mezenin Hası: Tereyağlı Humus




Vişne Kebabı



Merak kraliçesi olduğumdan, görmeyi istediğim bir diğer otel olan Savon Hotel 'i gece vakti görmeye gittik. Avluda gezinen güvenlik görevlisi bizi içeri davet etti ve oteli gezdirdi. 1860'lı yıllarda inşa edilen bu bina Fransızlar tarafından sabun ve zeytinyağı  fabrikası olarak işletilmiş. İçeri girdiğinizde sabun kokusunu alıyorsunuz. Liwan'a göre nispeten daha büyük olan bu otel, merkez sayılan Kurtuluş Caddesi'nin girişinde yer aldığından daha sessiz ve sakin. Şuna emimin ki bir sonraki gidişimde kesinlikle Savon'da kalacağım... :)


Karınları 3 kere doymuş uykusuz insanlar topluluğu olarak otele döndük ve otel barının canlı müziğinden bir parça nasibimizi alarak uykuya daldık.

Sabah kahvaltıdan sonra istikamet Arkeloji Müzesi oldu. Mozaik müzesi ile 2014 senesinde birleşmişler. Gezmek için en az 2 saate ihtiyacınız var aklınızda olsun.


Müze sonrasında, St. Pierre Kilisesi 'ni ziyaret ettik. Tarihsel geçmişi için link'e tıklayınız. :)


Hatay'da yemelere içmelere doyamayan bünyelerimizin acıkmasından dolayı rotamızı Avlu Restoran ' a çevirdik. Dekorasyonu yine muhteşem bir mekandaydık. Çalışanlar ilgili ve güler yüzlü. Porsiyonlar yine doyurucu. Yemeğimize fonda eşlik eden şarkılar Karlı kayın ormanı ile başladı sonrasında marşlara kadar devam etti. Yaşattığı coşkuyu siz düşünün artık. :)



Kuzu etinden saç kavurma.



Kaz Başı



Buralara gelip de efsaneleşmiş Yusuf Usta 'yı ziyaret etmeden gitmek olmazdı. Meşhur Uzunçarşı'nın ayakkabıcılar çarşısı yönünde olan bu küçük dükkanda hiç durmaksızın künefe yapılıyor. Bir tepsi künefenin tepsiye montajı 15  dk, pişmesi ise 30 dk sürüyor. Toplamda 45 dk'da servise çıkan tepsi, emin olun 6 dk içinde dağıtılıyor. Künefe için beklerken usta ile sohbet etme şansım oldu. Herkes memleket nere? diye sorar ya benim de derdim ne nerden geliyordu? Deatylı olarak bilgi vereyim. Şeker : Konya'dan Torku, yağ ailelerine ait mandıradan, su Marsu su Maraş'tan, dondurma Maraş'tan, fıstık Antep'ten geliyormuş. Kadayıfı da Antakya'dan alıyorlarmış. 16 senedir bu işi yapıyorlar. Fıstıklının porsiyonu 7 TL. Dondurma eklenirse 10 TL. Paket yaptırmak için 1 saat önceden sipariş vermeniz gerekiyor. Şoklanmış künefe için de 1 gün önceden bilgi vermelisiniz. İçtiğiniz suya para almayan bir işletme burası. Özünü kormuş bir esnaf. Künefe gözünüzün önünde hazırlanıp masanıza geliyor. Aslında lezzeti biraz da doğal ve salaş olmasında bence.




Yediğim iki künefeyi değerlendirecek olursam; daha az gevrek olan Yusuf Usta kaynar kaynar servis edildiği ve duysanız inanmazsınız 1 dk olmadan ben tabağımı silip süpürdüğüm için Yusuf Usta diyorum. Ama Kervansaray da kaynar kaynar getirseydi Yusuf Usta 1 puan geride kalırdı benim için bunu belirteyim.

Közde Pişmiş Künefe:


Çarşıdan alışverişimizi yaptıktan sonra, havalimanının yolunu tuttuk. Her güzel tatilin gibi Hatay'ın da sonuna gelmiştik. Karnım tok mu tok sırtım pek mi pek evime dönmenin huzuru ile uçağa bindim.

Gidecek olanlara ciddi bir tavsiye: İstanbul'un havasına aldanmayın ve kesinlikle hava durumunu kontrol edin. Ben Hatay'a göre giyindiğimden gidiş ve dönüşümde İstanbul'da dondum desem yeridir.

Gidecek imkanınızın, yiyecek sağlığınızın olması dileği ile.

Yaşasın gurme turları ! :)