18 Ekim 2014 Cumartesi

Seneler Geçse Bile Hala Aynıyız

Lise yılları, arkadaşlık, anılar, paylaşmak...

Hepsini yazmak en doğrusu sanırım. Seneler geçse bile hala aynısınız kızlar cümlesini duymak ne kadar güzel. 1997'de tanıştık biz. Yer, Kenan Evren Lisesi / Hazırlık C Sınıfı.
Bugün, Cennet'in evinde toplandık. Seneler sonra bizi yeniden buluşturan Cennet'in annesinin aramızdan ayrılmasıydı. Hani o kadar çaresiz bir durum ki ne denir ne söylenir ne yapılır. Gidenin boşluğu dolmaz. Acısı kalır ama zamanla hafifler. Bir gün gelir gülümseyerek anılarını anlatırsın. Ama işte o günün gelmesini beklemek en zoru. Daha doğrusu bekleyememek. 
Ölümün tecrubesi var mıdır hayatta, 5 sene önce sorsalardı yoktur herhalde derdim. 
Tecrubesi gerçekten var. Sabır ve zaman...

Güzel arkadaşımız karnı burnunda ve kocaman gülümsemesi ile bizi kapıda karşıladı.  

Hiç değişmemişsiniz kızlar, sanki hiç büyümemişiz, hala aynıyız...

Ben de aynı şeyleri düşünüyordum ve aslında hemfikirmişiz.


Ne kadar mutlu oldum tanıdık yüzleri yeniden görünce anlatamam. Herkesin kendinden bir şeyler anlatması hele de eski okul anılarımızın, okulda tepki duyduğumuz düzenin, her sabah yarı sarhoş okula gelen ve buna rağmen iyi bir öğretmen olabilen Talip Bey'in, yaptıklarımızın, konuştuklarımızın, haber alamadığımız arkadaşlarımızın nerelerde olduğu, fen matematik sınıflarının daha çok eğlendiği. Konuşacak çok şey var. Ama artık biliyoruz ki yakın bir zamanda bunları da konuşacağız.

Bana bugün saatler yetmedi konuşmaya. Sonrasında düşündükçe daha çok anı zihnimde canlandı. 

Güzel insanlardık, iyi yürekliydik. Ne mutlu bize, hala da öyleyiz. Ve eminim bizim yetiştirğimiz evlatlar için de "hala ne iyi insanlar varmış" diyecekler bir gün. 

Birimiz anne oldu yavrusu 2,5 yaşında, birimiz 2 haftaya kadar anne, birimiz evleneli 2 ay kadar oldu. Diğerleri malum ;) 

Hayat bizi farklı bir amaçla bir araya getirdi. Bundan sonrakiler en güleç günler olsun. 

Anne adayımız için kurabiye yaptım. Fotoğraflarımı takip ettiğini bildiğimden.

Aynı kalabilenlere ... 



Bardak ölçüsü 220 ml

Çatlayan Kurabiye 

2 su bardağı öğütülmüş fındık içi
1 su bardağı pudra şekeri
1/2 yemek kaşığı sıvı yağ
1/2 tatlı kaşığı kakao
1 yumurta akı

Üzeri için
1/2 su bardağı pudra şekeri

Malzemelerin hepsini karıştırıp, birbirini tutacak kadar yoğurmamız yeterli. 
Hamurdan küçük parçalar koparıp, yuvarlıyoruz. Pudra şekerine buladıktan sonra yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine diziyoruz. 

170 derece fırında 8 dakika pişiriyoruz. Kurabiyeleri ellediğinizde hala yumuşak olabilirler. Endişelenmeyin doğru yoldasınız. Soğuduktan sonra sertleşecekler. Acıbadem havasında kenarları kıtır, ortası daha yumuşak olacak. 

Sevdiklerinizle beraber yiyebilmenizi dilerim. 

Afiyet olsun ;)








14 Ekim 2014 Salı

Hadi Çocukluğuma İnelim. İşte Nedeni

Senelerce kek sevmedim. Benim için kek az yağlı, az şekerli, sünger kıvamında pofuduk bir şey demekti. Elbet nedeni ben değildim.
Bir boğa burcu ortalara çıkıp benim!! demez önce en masumundan kendine bir suçlu arar.
Bir yerde bir yanlışlık vardı da acaba o yanlışlık ben miydim, kek miydi yoksa egom mu?  Ego mu o da ne yahu? Sünger kek sevmeyen küçük bir çocuğum ben. Tdk sözlüklerine daha ego kelimesi yeni dahil olmuş. Sus bakiyim lafı fazla uzatmadan ışık hızı ile in çocukluğuna itiraf et.

Tahminime göre annesi 70'li yılların başında evlenmiş olanların bileceği bir hikayedir bu. 
Senelerce kek sevmememin yegane nedeninin düdüklü tencere olduğunu; kendi keklerimi pişirmeye başlayınca anladım.
O yıllarda dışı alüminyum, yaklaşık 10 litre sıvı kapasiteli, pembe kapaklı gerçek anlamda düdüğü olan tencereler çok popülermiş. ( Kaynakça : Annem! ) Bu tencere öyle böyle değil inanılmaz gürültü çıkaran bir mutfak ekipmanıdır. Varlığını daha kapıdan girmeden hissettiren,  hatta mutfak penceresinden karşı komşunun sesini duyacağı kadar kuvvetli bir sese sahiptir.
Eh internetin adının daha zihinlerde dolaşmadığı, tek kanallı televizyon yıllarının yaşandığını düşündüğümüzde komşudan komşuya yayılan bir tarif varmış : "Düdüklü Tencere Keki". 

Yazıyı yazmaya başlamadan bir kez daha sordum anneme. 
"Anne, neden hep o keki yapıyordun bize?" " Çünkü kolayıma geliyordu da ondan." 
Aradan seneler geçmesine rağmen annem hala aynı fikirde. Bu keki ne hallere sokmadı ki. At içine 2 elma rendesi ve tarçın oldu sana elmalı kek. Çok mu sıkkınsın, ekle bakiyim oradan 2 yemek kaşığı kakao hımmm en çikolatası oldu, kış mı geliyor rendele portakalı, suyundan da 2 kaşık al bakiyim bu sefer portakallı... 
Doğumgünü mü var, hadi bakalım şerbetle biraz ıslatalım, içine kışsa pastacı kreması, yazsa çilek ve krem şanti. Ama illaki çikolata olsun dersen krem çikolata ilavesi. her kutlamaya, her haftasonuna denk gelen bu keki herkes midesine indirdiğinde senelerce burun kıvırmayı kendime görev edindim. ( Hatırlayan varsa benimle paylaşssın. 80'lerin sonuna doğru, cam kavanozda, kavanozu düz değil kabartmalı yanılmıyorsam kırmızı kapaklı olan marka neydi? )

O yıllarda ben bu keki sevmiyorum dedikçe annem mütemadiyen bu çocuk memnuniyetsiz diyip, durdu. Evet haklıydı aslında. Yemek istediğim kek buram buram kokusu olan, süngerden ziyade daha sıkı dokulu, biraz daha yağlı, dokusundan dolayı ağızda çiğnendikçe tadı yoğunlaşan, yutarken kendine hayran bırakıp, bir dilim daha !! dedirten cinsten olmalıydı.
Bilenler bilir, yemek yediğim yerler / pastane türevi yerlerin pek çoğunda eleştiririm. Çünkü damak tadım gün geçtikçe yükseliyor. Daha iyisini yapabiliyorsam imkan yok yediğim lokmalar için evet iyiydi cümlesini yalan da olsa sarf edemiyorum. İster ukalalık diyin ister, süper ego. Üzgünüm artık olan oldu. 30'dan sonra geçmiş olsun tüm gastronomi dünyasına.

Şimdi ne istediğimi bildiğimden aradığım keki özgürce ve doğru kelimelerle anlatabiliyorum.

Ama çocuk aklımla beğenmediğim o kek için anneme bugünün moda tabiri ile " Bizımla değılsın Hayrış" diyebilmeyi de çok isterdim ayrı mevzu :)))))

Senelerce benim sevmediğim "Düdüklü Tencere Keki" aslında pastacılık dünyasında temel taş sayılabilecek tarife çok yakın-mış. 
Mış diyorum, çünkü teknik bilgilerle kendimi donatmaya başladığımda keşfettim aradaki bu benzerliği. 

Meğer annem çekirdekten pastacı yetiştirmiş de haberi yokmuş. Ah benim annem, senelerce benimle mücadele ettin. "Nesi var bu kekin" dedin. Aslında kek, seneler sonra değer kazanacakmış da benim haberim yokmuş.

Bu arada annem gayet başarılı, hızlı, elleri lezzet li mi lezzetli bir aşçıdır. Her nedendir bilinmez, benim az sayıda kotaramadığım yemeklerin esas mimarıdır. Michelin yıldızı alacak yemekleri vardır. 
Ve kendine has tarifleri...
Kendisinden bu kadar bahsedip kekin tarifini vermemezlik olmaz. 

Not: Tencere hala mutfağımızda, ilaveten 2 tane daha düdüklüsü olan annem, kekin hatrına tencereden vazgeçemiyor. Tabii ki sünger kekini yapmaktan da ... ;)

Bardak Ölçüsü : 220 ml

Düdüklü Tencere Keki / Sünger Kek
5 tane ortaboy yumurta
1,5 su bardağı şeker
3 yemek kaşığı sıvı yağ ( tercihen kanola )
2 yemek kaşığı limon suyu
1 limonun kabuğu
1 paket kabartma tozu
2 su bardağı un

Yumurta ve şeker mikserle önce düşük sonra yüksek devirde 10 dakika çırpılır. Yağ ve limon suyu eklenir.1 dakika daha çırpıldıktan sonra kabartma tozu eklenmiş un ilave edilerek, tahta kaşıkla un kaybolana kadar karıştırılır.
Yağlanmış tencereye dökülen kek, kısık ateşte 45 dakika pişirilir.
Soğuyunca servis tabağına alınır.

Afiyet olsun ;)




9 Ekim 2014 Perşembe

" Ben Kimim?" işte Yanıtı

Aslında yaşadığım hiçbir şey kurgu değildi. Hayal ürünü hiç değildi ama neydi derseniz aklımdan geçenlerdi. 
Deli gibi burçlara kafayı takıp, yaşayan biri hiç olmadım. Merkürün geriye gitmesinin dışında takılmam... Tam bir boğa burcu insanı olarak bencilim ama nasıl? Boğa demişken, 1 porsiyon profiterol mü yoksa 2 hafta yetecek kadar yemek mi derseniz koşulsuz profiterolü seçer 2 hafta aç kalır, bir sonraki profiterolün hayali ile yaşarım! 
Benim seçtiğim, benim istediğim, benim söylediğim, benim sevdiğim, benim bildiğim, benim kararım, benim fikrim, benim yolum, benim benim lerle sınırlı bencilliğim. 
Pasta ile alakalı bütün blog ve web siteleri pastel tonlarla kaplanmış en cici en cıvıltılı sözlerle başlayan yazılar... 
Bunu yapan da bir insan öncelikle buna bakalım. 
Ben kimim? Evet ben " Bayan aY" çok okur, çok konuşur, çok gezer, çok yaşar, çok ağlar, çok güler, çok düşünür, çok sever, çok bağlanır, çok nefret eder, çok pişirir, çok inat eder, çok harcar, çok yürür, çok koşar ve az yerim. Evet az :)
20'li yaşlarına kadar gayet hanım hanımcık bir kişilik, yaptığı en büyük çılgınlık 1 şişe şarabı içtikten sonra  "herkesi sevdin beni neden sevmedin" diyebilecek kadar unutulmaz, üniversite yıllarının asi kızı ama en havaisi, kendi hür irademle, hiç kimsenin baskı ve tesiri altında kalmadan 20'li yaşların 2. Çeyreği için İstanbul il sınırlarında görüp, görebileceğiniz ilk 10'a girebilecek kadar en hanımefendi en en en küçük kadını, iş yerinin en kokoşu, 30'lara doğru şehrin en çılgın insanı, soyutladığı dünyaya ilk uçakla yalnız başına dalan, sonrasında bitmez tükenmez seyahatlere çıkan küçük seyyah, 4 / 5 senede bir kendine beddua etme huyundan vazgeçmeyen ve  tekrar kendine bedduası tutan, 12'den vuran sonrasında Bihter'e aşık Behlül misali "imkansız imkansız seviyoruuum" diyebilen cesaret abidesi, küçük bir cadının teyzesi (sadece Bayan aY'ı), bankacılık kariyerinde yol aldığı anda birden merdivenden hooop aşağıya atlayıp, arkasına bakmadan kaçan, silgi yetmez benim seni tipp-ex ile silmem lazım diyerek, son 13 senede aklında kalanların pek çoğunu silen, ilk fırsatta eli kolu dolu cupcake kutuları, kapsülleri, yeni kek kalıpları ve şeker hamurları ile eve dönen pastacı...

Bütün bunları neden yazdım çünkü yaratıcılığımızın altında yaşadıklarımız var biz varız. Ne üretiyorsam ya da üreteceksem aslında hepsi benden birer parça. Aklımda kalan fotoğrafların yansıması gibi düşünün.

Ne anlatıyordum; evet pişiriyorum çünkü yaratmak, yaratırken seyretmek, koklamak, tatmak sonrasında başarabildiysem övgüyü alabildiysem amaç bu benim için.
Dönülmeyecek noktalarda çok paniklediğim bir gerçek, ama dünyanın en  rahat insanı iken bir anda acaba beğenecekler mi herkes bana bakıyor paniği ile yay gibi gerilip, oturduğu yere sıkı sıkı tutunan da benim. Sanki ilk kez yapmışçasına o  pastayı ilk dilimi servis ederken, yiyenlerden gelecek ilk yoruma kadar heyecandan soluk almayı unutup, kocaman gözlerini açan da ben oluyorum :)

Hafızamı zorladığımda hatırladığım en eski ve benim için ilk sayılabilecek mutfak maceram 8 yaşımda yalnız başıma yaptığım bisküvili pasta. ( Sizi ciddiyete davet ediyorum sakın gülmeyiniz sene 1991 teknoloji ve içerik olarak gayet başarılı sayılabilecek bir deneyim. ) Sonrasında aklıma gelenler mayalı hamurlar, kek hamurları ve sütlü tatlılar... Kurslara ve dershanelere gitmenin haricinde haftasonları hep mutfakta olmayı seçerdim özellikle cumartesileri. ( İş hayatında boğulup, gidenler için cumartesinin altın gün olduğunu anlamam yıllarımı aldı :) )
Hayalim hep aşçı olmaktı ve bir de bankacı. Çünkü bankacılar çok süslü ve inanılmaz güzel kızlardı. E tabii Türk kafasının batıl inançları neticesinde düşen ilk dişimin bankanın içine attırmamın da bu mesleği seçmemde etkisi olduğu rivayetler arasında. 
Her Türk genci gibi akademik seçimlerimin yapıldığı yıllarda " okuyup, aşçı mı olacaksın kadının ömrü zaten mutfakta serzenişleri ile yine kendi seçimimle uluslararası ilişkiler okumak sureti ile bankacı oldum.  

Pastacılık / aşçılık için yeni bir öğrenci sayılmam zor. Çünkü seneler içinde çeşitli eğitim programlarına katıldım. Hala da düzenli  periodlarda eğitim almaya devam ediyorum. 
2014 senesinin başlarında da her şeyi arkamda bırakarak ( bu nasıl oluyor hala çözebilmiş değilim! )  kendi çapımda pastacı adayı olmaya karar verdim.

Dönem dönem ufak tarifler, püf noktaları ve en önemlisi ürettiklerimi hikayeleri ile birlikte görsellerini ilave ederek buradan yayınlamak planlarım arasında. 

Tanışma yazısı niteliğinde hayat hikayemin özetini okudunuz.

Kalpli, cicili , pembeli, morludan ziyade ben gibi bir anlatımla yazılar devam edecek.
Bu noktaya kadar sıkılmadan okuyabildiysen, beni sevdin demektir.

Evet başlayalım " Bayan aY yazıyor... "