29 Eylül 2015 Salı

Beşi Bir Yerde Tatil

Yalnızlıktan itina ile dem vurulurken ve sonbahar kapıyı çalarken valiz toplayıp, arkaya bakmadan kaçmak elbette benim yapacağım bir şeydi.

Bazen ben de kendimi sorguluyorum. terazinin ibresi sağa mı gitsin sola mı yoksa balansı mı yapmalıyım onu da hala anlamış değilim.

Başlıklar halinde notlarımı almama rağmen, 5/7 Eylül Eski Foça anılarım cep telefonum ve blog taslaklarımda beni bekleyedursun; ben en renkli haliyle SAKIZıma odaklanayım.

Hayatta herşey niyetten ibaret. Ben bu bayram çadırda bile olsa kalacağım ama evde olmayacağım mottomu kendime gece gündüz tekrarlarken, hain İtalya bana 45 gün süreli 30 gün konaklamalı vizeyi hazırlarken ve İspanya arkadaşıma vize vermezken hayaller Thasoss gerçekler Sakız oldu.

Güzel kadın severim, akıllı kadınları severim, neşeli kadınları severim, sohbeti su gibi akanları daha da severim. 




Ah bu sonbahar mı beni böyle yaptı? Yoksa "Selanik'te Sonbahar" 'ı okuyunca hayatım mı değişti bilemedim. Sonbaharı sevmem de komşuya yapılan sonbahar ziyaretlerini rutine dökmeye karar verdim. Bundan sonra her sonbahar kapısını çalarım artık nasılsa alıştım.

Yeşilköy semalarında, seçtiğim koltuğun değiştirilmesi ile başlayan yolculuğum güzel kadınların gelmesi ile eğlenceye bağlandı. Yemeler içmeler seansının başlangıcını daha İstanbul'da verdik dememe gerek var mı? :)

Zamanında havalanan uçak bir tanedir. 02:35 Adb bu sene 3. kez beni karşıladı hem de yine yeniden en ıssız hali ile. Ekip 4 kişi olunca  karşılıklı banklar bulup yayılmak ve shuttle beklemek şart oldu.

Sabahın en deli yağmurları ile 06:05'te kendimizi çeşme limanda bulduk.
Uykusuz geçen gece bana ne kadar sevimli gelebilir ki? Olsa olsa 5 karış surat, ağrıyan bel, kapanan gözler olur bendeki etkisi.

Ben uykusuzluktan o kadar sersemlemiş olmalıyım ki, güvenlikten geçerken omuzumdan çıkardığım çantamı, x ray cihazı civarında bırakıp, duty free nin renkli kollarına atlamışım.

Ne zaman aldıklarımın bedelini ödeyecek oldum, aklım o zaman başıma geldi!
Hep böyle olmuyor mu zaten bedel öderken gözlerim açılıyor; sanki biraz zamanlama hatası yapıyorum demeden edemiyorum kendime.

Şansım yaver gitti de çantamı sağ salim aldım ve uykusuzluğun bedenimde ne kadar bol durduğunu anladım.

Uykusuz hayat mı? 5 dk uyku için ben yakarım bu gezegeni söylemiş miydim?

Üzerimize yağan yağmurlar eşliğinde, homeless Leylalar şeklinde gemimizi bekledik. Sürprizler Sakız'da saklıydı tabii. Gemi aldı bizi Sakız'a attı. Hoş geldin yağmuru eşliğinde 50 dk kadar pasaport kuyruğunun ödülü de sağanak yağmur oldu. Yağmuru sevmeyen ben, uykusuz ben daha da dermansız kalmaya başlamıştım bile.

Sakız için otel tercihimizi liman otellerinden Pelineon Rooms için yaptık. Temizliğe, gürültüye, lükse karşı takıntınız yoksa kalacağınız bir otel. Benim gibi hijyen de hijyen derseniz evden havlu ve çarşafınızı götürmeniz şart derim. ;) Şahsen ben götürdüm.

*otelimizin önü*

Liste başı olan araba kiralama şirketi Hertz, saat 11:00'de aracı gidip almadığımızdan büyük bir terbiyesizlik yapıp, arabayı başkalarına kiralamış.
Demek ki neymiş, dakik olmak önemliymiş.

Adaya akın eden Türk turistler ile aranızda ister istemez bir dayanışma, yardımlaşma gelişiyor. İlla ki restoran, plaj ve otel önerisi oluyor herkesin. Aslında önemli olan organize gidebilmek. Benim elimde destansı ada notlarım vardı. Hertzin de verdiği harita ile harmanlandı. Oda arkadaşım Yasemin'in co pilotluğu ile adayı gezdik. Yazılan her şeye de inanmayın derim. Çünkü beğeni göreceli bir kavram.

Merkezin kuzeyindeki Karfas Beach ise konaklama, yemek ve deniz imkanlarını harmanlamış durumda. Arabasız gidenler için konaklamaya birebir. Şahsen arabasız gitsem tercih edebileceğim bir yer oldu.

3 güzel kadınla ilk akşam yemeğimizi ve ilk şaraplarımızı burada içtik. Fiyatları daha makuldü. Servis kalitesi çok yükseklerde olmasa bile güler yüzlü servis personeli var ve ilgililer.

*Menüde yok yok *


Deniz mahsülleri ile aram çok iyi olmamasına rağmen yediğim karidesi beğendim ve tabağımı bitirdim. :) Benim için başarı tabii.

Ardından adanın merkezini gezmek istedik. Ama ne tesadüftür ki herkes Türk turist. Adanın yerlileri üniversite çağlarında ya da gözü toprağa bakan amcalar teyzeler şeklindeler. Eğer amacınız eğlence, çapkınlık, one night stand ise doğrudan söylemeliyim ki gitmeyin. Sizi bu durumda Mikanos paklar, Sakız size çok şekerli kahve gibi baygınlık yapar, anında kaçınız :)

Sahil şeridinde tavla oynamak mümkün olduğundan tavla bira eşliğinde üniversiteli gençler havasında vakit geçirmeniz mümkün. Adres de veriyim efendim; Mikel Coffee.



Biz Türk işi tavlaya mı geldik derken kulağımıza ilişen Yunan ezgileri bizi Greek Fish Taverna'ya yönlendirdi. Kaldığımız süre boyunca denk gelen tek canlı müzik mekanıdır kendisi. Aman kıymetini bilelim, koskoca adada bir tek. Gayet salaş ama canlı müziği içten bir mekandı.

Tok karınlara rağmen, görseldeki midyeden midemize indirmeden edemedik. ( Bünyem denize karşı direndi ne yalan söyliyeyim.)

*Midyelerden bir demet*



2. gün denize girmeye karar veriyoruz ve soluğu Lithi'de alıyoruz. Mavi berrak bir deniz sizi bekliyor. Plajda tesisler var. Deniz güzel ama restrorantlar için aynı şeyi söylemem zor. Sadece karnım doysun denilecek cinstendi. Türkçe konuşan personel mevcut. Aklımda kalan biraz da ters oldukları...

Lithi sonrasında soluğu herkesin bayıldığı Maura Volia Beachte aldık.  Herşey güzel deniz çılgın, taşlar enerji veriyor ama tesis olmaması mesela beğeniyi düşürebilir. 

Şurada bir şezlong olsaydı da daha rahat yayılsaydım dedim içimden :)

*Manzara Cennet*


Plaj sonrası bir önceki gün bizi ihya eden Karaztas restorantta kahve molası vermemizle akşam yemeği için bekleme sürecimiz başladı.

2. günün akşam yemeğini müzikte başarılı olan Greek Fish Taverna'da yemeğe karar verdik. Yalnız yemek kalitesi beklentilerimizin altında kaldı diğer yandan hesaba yanlışlıkta 10 Euro fazladan yazılması, benden iyi Türkçe bilen personelin özür bile dilemeyişi, bize Türk'ün adam kazıklama sevdasını yeniden hatırlattı.



Servis yapan şef garson Alex, 50'li yaşlarını süren bir Türk.
Adı Alex, esas adı Yusuf. Mübadele zamanında devşirilmiş. Ben Alex dedikten sonra aslında adım Yusuf deyince kafamızda aynı cümle belirdi:  BURASI NASIL BİR ADA? BURANIN ALEX'I BİLE YUSUF ÇIKIYOR! :D
Gümülcine'li Yusuf, tarihe Alex vakası olarak geçti bence haberi yok. :)

Karşı kıyıya tatile gidiyorum demeyin kimselere. Bildiğiniz Urla, Foça civarı dolanıyor gibisiniz.
Bu nedenle adada yalnızlığı tercih etmek önceliğiniz olmalı.

3. gün adayı terk eden yağmuru fırsat bilip kendimizi masal köyü Pirgi'ye attık. Pirgi için özel bir ada gezisi yapılır. Nikon makinayı kapıp, kendinize poz verecek güzel bir model bulduktan sonra 2 gün Pirgi'de vakit geçer diye düşünüyorum.



Ya da benim gibi yalnız kovboysanız selfie severim, tek gezer ama yine fotoğraf çekerim derseniz yer gök sizindir. Arkeolojik yapı inanılmaz pozlar çıkarmaya gebe. Benden yazması.



Sonrasında hızımızı alamadık ve bir koy daha görmeye karar verdik. Bu kez istikamet Kyra Despina restoran civarı. Öğlen yemeğini de burada aldık. Akşam için de Türk bir tatilcinin önerisi ile Pasha'yı seçtik. Yemekler lezzetliydi. Sadece ızgara istediğim kabak kızarmış geldi ve bu kez Caciki biraz olmamıştı.
Servis ve restoran sahipleri çok cicilerdi. Öyle ki kendi meyhane müziklerimizi, telefondan hoparlöre bağladık ve güle eğlene anlata söyleye dinledik.

Şarap yine çok güzeldi be! ;)


4. gün sabah ver elini Mesta. Köyü ilk gördüğüme birisi burayı haritadan silmiş olmalı, öyle olmasa burası çoktan dağalırdı diye içimden geçirdim. Bu evler kalmazdı dedim bir sonraki seferde.

Görseller inanılmaz güzel. İnsanları çok tatlı. Her köşe başında tonton bir teyze size el sallıyor neredeyse.
İnsanlar insan gibiler.
Evlerinin balkonunda, kapısında domatesler var kuruyor.
Biber var iplere dizilmiş.
Kapıları açık.
Yüzleri gülüyor.



Mesta'da konaklamak isteyenlere orijinal taş evler var.

Şiddetle tavsiye ederim. 1 gece muhakkak bu köyde kalın pişman olmazsınız. Öylesine estetik ki binalar, gider boruları diye tabir ettiğimiz boruları dahi ortama uyacak renge boyanmış.



Güzelliği detaylarda arayan insanlardansanız, kesinlikle görmelisiniz.

4. günü  bitirmeden yine bir deniz molası için Merikounta'ya geçiyoruz. Issız bir koy. Araba ile gitmek mümkün. Deniz sakin.

Havanın erkenden güneşi bizden çalması nedeni ile rotamızı Lakgada'ya çevirdik. O kadar virajlı yolları gitmeye değer miydi hayır. Ne gördük, bir balıkçı kasabası ve dizili restorantlar. Son akşam yemeği son şarap derken günü tamamladık.

Sonrası malum valiz toplamaca, akşam atıştırması.

Gece geç uyuyunca 3 saatlik uyku ile yollara düşen 8 feribotuna kendini atan ben, uykuya hasret eve dönüş yolundaydım.



Bu tatilde kendim gibi ama bambaşka 4 kadın gördüm.
Çok güldüm. Karnıma ağrılar girdi, gözümden yaşlar süzüldü.
Çok yedim.
Çok eğlendim.
Çok içtim.
Nispeten gerçek hayatıma göre az konuştum.
Kendime dersler çıkardım.
Pek çok konuda yalnız olmadığımı gördüm.
Kalbimiz var hepimizin, yaşlar, işler yörüngeler farklı ama kırılan ya da yaşayan kadın kalplerimiz var.
Yok artık denecek anılarımız varmış.
Bunu bir tek ben yaşadım, bunu ancak ben yapardım yaa diyeceğim pek çok şeyi arkadaşlarımın yaşaması ve yapması beni daha çok düşünmeye itti.
Aklımın yettiği kadarı ile ilk kez bir tatilde sadece 5 sayfa kitap okudum.
Yazı yazmadım hiç.
Bu kez gözlemledim.
Eğri doğru, hata günah, hak hukuk derken kafam daha da karıştı.

İyi ki gittim dediğim tatillerimden biri oldu.
Yalnızlık güzel şey.
Bazen 5 kişilik yalnızlık da yaşanabiliyormuş.

Önyargılı olmamayı, ben kötüyüm, sen kötüsün, kötüsünüz abicim derken aslında bazı gerçekleri görmezden geldiğimi anladım.

Ne ara bu kadar kalpsiz olduğumu ben biliyorum da siz bilmeyin.

Tatil olsun her zaman. içinde kahkaha olsun.

Aşk olsun, kim bilir adanın bir yerlerinde aşk sizi bekliyordur.

Ayşecanımın dediği gibi "Mutlu aşka içelim!"

Güzel kadınlara....