26 Eylül 2016 Pazartesi

Bu Tren Nereye Gidiyor?

Büyük konuşmayacaksın şu hayatta ya da boyunun yettiği büyüklükte konuşacaksın. 

Şu diplamamı bir alayım bir daha da öldürseler adım atmam dediğim şehre, bildiğin liseli aşık kıvamında gidiyorum. Böyle karnımda kelebekler de yok bildiğin kelebek ve tırtıl sürüsü istila etmişer bugün beni :) 


Şansss kardeşim başka şey değil. Beğenmemezlik yapmıycam gelen ilk pendik minibüsüne binicem abicim diye evden çıktım aman yarabbi! Bildiğin taş arabası senkronu ile pendik'e vardık. Yolculuk süresi cumartesi sabahı 30 dk sürüyor efendim. 


Okulların açılması vesilesi ile deli manyak bir trene biniş kuyruğuna maruz kaldık ama insanları izlemek de ayrı keyifti.


Tam dakikaasında hareket eden tren keyifle yola koyuldu. Yaklaşık 20 dk sonra kahvaltı servisimiz başladı.

İlgilisine ücret tarifesini yazalım : pendik - izmit ekonomi sınıf 15 tl, ekonomi yemekli 35, bc yemeksiz 21,5 tl   Bc yemekli 42 tl. Ama tabii Pendik / Ankara tarifesi tamamen farklı eko bilet 70 tl, bc yemekli 108 tl, bc yemeksiz 98 tl. İlgilisine .. :) 




Aklımdan milyonlarca şey geçmesi normal değil mi? 14 sene önce bugünü hayal edemezdim çünkü. Haydarpaşa - AdapaZarı hattının kahrını senelerce çeken bir nesildik biz. Şu an uçak koltuğundan daha rahat bir koltukta gömülmüş bu satırları yazıyorum. Ve keyfim yerinde bu trende ve tam da beklediğim konforda. 


Dakikası dakikasına İzmit'te indim ve etrafa baktığımda daha modern bir İzmit gördüm. İleride bekleyen güvenlik gözüme ilişti. Önce aldırmadım sonra baktım ki etrafta benden başka kimse yok ve adam hala bakıyor. Yanına doğru yürüdüm ve günaydın dedim. Meğer, azıcık insan geldiğinden hızlı trenle bu şehre; gelenleri çıkışa doğru alıp, kapıları da kapatıyorlarmış. Adamın nazik tavrı ile bekleme salonuna geçtim. Etrafı inceledim. Zaman çok zalimdi. 14 sene önce okula ilk başladığım gün sırtımda olan çantam bu sefer yine sırtımdaydı ama ilk kez ağırlık hissediyordum. 


Ayşe biraz gecikeceği için oturdum ve insanları izlemeye başladım. Güvenlik parkurundan ses gelince kafamı kaldırdım ve Ayşe gelmişti nihayet 😊 sanki askere giden nişanlıma kavuşuyorum benim heyecana bakar mısın sevgili okuyucu? 


Sarılmamla çantalarımı fırlatmam bir oldu. Nerdesin sen, nerelere gittin, diye söylenme / haykırma/ ağlama ile karışık bir kavuşma anı yaşadık. 


Bilet gişesindeki amcalar ve güvenlik çok da anlamadı halimizi ama dünya umrumda değildi her zaman olduğu gibi😊 


Hep olur ya, "dur sana bir bakayım" der en meraklı kişi ben de öyle yaptım. Ayşecan, sapasağlam, aydınlık yüzü ile gelmişti. İstasyon bizim seslerimize , ağlaşmalarımıza şahit oldu resmen. Sonrasında İzmit'li Ayşe ile bu pozu verdik 👭



Kahvaltı için kurulduğumuzda ve hatta kurulmadan ben anlatmaya başladım. Yazı hasta geçirdiğim için anlatacak bir sürü şey vardı. Öyle çok dalmışız ki oturduğumuz marinada fotoğraf çekmeyi akıl edemedik! Neyse bir sonraki sefere diyelim. 


Hep bekârdık ya biz. Şimdi birimizin evinin kadını olması ve market alışverişi yapması akıllara zarar bir durumdu. Poşetlerimizi yüklendik ve bir taksiye atladık eve geçtik.  


Koskoca bir haftasonu çok güzel ağırlandığımı paylaşmam yeterli sanırım. 😊 Ben zor beğenen huysuz bir insan olduğumdan, beni mutlu etmek için mutfaktan çıkmadı Ayşe ve Yusuf. Eh gitmişken beni de çalıştırdılar. Enfes bir karides güveç yaptım onlara. 😊 Neticede yemek benim işim sevgili okuyucu ✋🏽 




Fotoğraflarımız o kadar mutlu çıkmış ki ne kadar özleştiğimizi onlar anlatsın. 


İnsanın gözü görmeden içi rahat etmiyor ya ben gördüm ki aşkın mekanı önemli değil. Özlemenin de mekanı yok. Enlemler boylamlar değişebiliyor bu hayatta. Ama "özlem" gerçekse hep aynı yaşanıyor. 


Benim olduğum masa alkolsüz olur mu? Kıyamadığım bir İtalyan'ı yeni evli çiftimizle yiyeceğim ilk akşam yemeğim için götürdüm. Yaşasın şarap! 🍷




Çeneler işleyince sanırım pestil gibi uyuduk. Pazar günü öğlen saatlerini bulan kahvaltı sonrası tren garına yolculuğumuz kaçınılmaz oldu. Zamanın nasıl geçtiğini ben anlamadım. 


Nostaljik bulduğum tren 100 dk rotar yapmasa sanırım daha az yorgun bitirebilirdim haftasonunu ama dip not: hızlı trenler de arıza yapar unutmayın! 


Cumartesi sanah nasıl kolay gittiysem Pendik'e, pazar akşamüstü Pendik'ten evime işkence ile döndüm. 


Sonraki sefere taksi ya da shuttle şart gibi görünüyor. 


Yazının sonuna kadar okuyan kişiler için özel bir dilekte bulunacağım : özlemini çektiğiniz kavuşmalar en kısa sürede dilerim gerçek olur.🙏🏻


Özlemek çok güzel, kavuşmak ondan da güzel çünkü 😊


Sarılanınız, seveniniz sizi hiç bırakmasın e mi? 


🙏🏻😊💙

3 Eylül 2016 Cumartesi

Hayata Şükür Ayı Eylül


Eylül ayının kalbimde yeri hep farklı oldu. Hem hüzünlüydü hem aşktı hem meşkti.
Hep güzeldi.
Hep özeldi Eylül.

Eylül, nefes alma ayıdır. Yaz biter tortusu kalır ya hani biraz da kıymet bilme ayıdır. Yazın kavuran güneşi yerine, sonbaharı kucaklama ayı. 

Ben Eylül'ü 2 kişilik yaşarım hep. 


Kaçış ayıdır yazdan.
Bir anda imkansız aşka düşme ayıdır.

Kavuşamadığından kara sevda ayıdır Eylül.

Sevda ayıdır aslında eylül.
Hülyalı bir aydır. 


Unuttuğunu özlettiren aydır.
Eskiyi hatırlatan ay.

Akşamları sarıp sarmalandığın yumuşak bir şal ile rakı kadehinin kaldırıldığı aydır.
Daha çok muhabbettir.
Sonbaharın yüzü suyu hürmetine meşk ayıdır aslında.


Tatilcilerin döndüğü, kalpte yazdan kalma aşkların olduğu aydır.

Şehrin kalabalıklaştığı aydır.
Oysa hep sakin olsaydı dediğimiz ay.

Bana daha çok yazmayı, daha çok okumayı, daha çok aşkı, daha çok muhabbeti, daha çok sarhoşluğu, daha çok sevdayı ve en değerlisi daha çok sarılmayı ...
Şükretme ayıdır benim için. Kendimin farkına varma ayıdır. 

Çok şükür ki bu sefer yine Kınalıada'da Eylül'ümü karşıladım. 

Hayata bengonviller, morsalkımlar bırakmak ne güzel. 


Yazın gidişini değil, Eylül'ün gelişini kutlamalı aslında. 

Eylül'ümüz kutlu olsun.🍁🍁🍁🍁

Çok yaşanacak Eylül Aşklarına sevgiyle ...

 

4 Ağustos 2016 Perşembe

Koklayarak Ayrılalım

Tam da böyle yani. Sen nasıl yaşıyorsun bilmem ama aşk acısı çekerken ama bak sahiden çekerken gözlerin dolmuyor mu? Ağlamıcam ben derken, boğazına yumru oturmuyor mu? 

Aslında tam 33 gün geçti bu ayrılık acısının başladığı günden bugüne. 
İnsanoğlu hayatta nelerden vazgeçmedi ki şu hayatta ? 

Benim gibi kansızlığı tavan yapan dişi - erkek herkes okusun bu yazıyı okusun ki kendinin farkına varsın. 

İster kış hali de, ister tembellik de, ister abur cubura yüklenme de, ister depresyon de, istersen sporu bırakma de. 5 ay gibi bir sürede ben 8 kg aldım. Bu kilo bazılarımızın gebeliğinde aldığı toplam kiloya denk geliyor! Bazılarımızın da sıkı diet yaparak verdiklerine. 

Önceleri çok önemsemedim ama artan iştah ve sadece beli lastikli şeyler giyebilmemle beraber " stop" deme gereği duydum! 

Ha babam yürümeye başladım. Her akşam olmasa da haftada en az 4 akşam işten eve yürüdüm. Bazen haftasonları da sahile vurdum kendimi. Yürüdüm derken, bilen bilir ben biraz hızlı giderim 😊 sonuç 1,5 ay sonra aynıydı 1 kilo ancak verebilmiştim.

Bu kez hiçbirşey yememeğe karar verdim! Baktım olmuyor. Salata, sebze yiyorum ama tatlı ekmek de her nasılsa mideme giriyor ... 

Bol miktarda yoğurt hatta 2 öğün yulaf ve yoğurt ile beslendim. Bu da 1 ay kadar sürdü. 

Kilom 1 kg daha azaldı. Ama tık yok! Artık umudum da kalmamıştı. Yaz tatilime de 3 hafta kalmıştı ben pes ettim. 

Mayıs ayı başında başlayan boğaz ağrım önce sol sonra sağ taraf olmak üzere mütemadiyen sürdü. Kim sorsa hiç halim yok ya hep uykum var dedim uyudum  haftasonları. Aksırığım yok, burnum akmıyor ama boğazım ağrıyordu. 

Bedenim içindeki bombayı patlattı 1 Haziran gecesi. 125 nabız 41.5 ateşle kendimi çileli acil serviste buldum. Baait bir soğuk algınlığı!! dediler ve eve postaladılar.

Ne dizlerimde derman vardı ne iştahım. Ayağa kalkıyordum ama ayakta duramadan pat düşüyordum. Defalarca hem evde hem sokakta bayıldım. Bir dolu baygınlık geçirdim. Nabız düzelmedi. Soluğu önceden de araştırıp, iyi referans aldığım kardiologta aldım. Ekg, eko ve holter ... Bu kez de kalbimde sorun çıkmadı! ( şükür ettim tabii ) Doktorum bin yaşasın , detaylı kan ve idrar tahlili istedi benden. Ve sonuç belliydi! Hipertroid almış başını halay çeke çeke hızla gidiyordu ! Aynı hızda kan değerlerim de bungee jumping yapıyorlardı sanki ! 

Aniden kilo amam, verememmem, boğaz ağrım, sürekli uyumam, ateşim, çarpıntım, bayılmalarım ve ardından sıfır iştaha düşmem ve 1 lokma birşey yiyememem! 

Hipoteoid eğilimim varken kış dönemi, sonra nasıl olduğu bilinmez hiper'e dönmüş beni de manyak etmişti. 
Hipertroidi başladığında 2 hafta gibi bir sürede ben 5,5 kg verdim. Yaklaşık 2 kg kadar kilom kaldı geçen sonbahara göre ...

Kabahatli olan bendim! Zayıflıycam diye yoğurda abanmış başka da bir gıda almamıştım. 


🙈 Hayaller yukarıdaki fotoğraf ! 

Acı gerçek : fazla kalsiyum vücuttaki demiri emiyor! Hele benim gibi kahvaltıda 250 gr muhtelif çeşitlerde peynir yemeden ohhh doydum demiyorsanız! Yoğurt aşığı iseniz işiniz yaş! Yaş da değil hatta acillik bile değil siz bir yaşayan ölüsünüz demektir. 

33 yaşımdayım. Defalarca demir hapına başladım. İştah açıyor diye bıraktım. Bu kez iştah açmadan sorun üreten ilaçla yolum kesişti. 

Kendime bir söz verdim. 
İyi olana kadar içeceğim. Kaçmayacağım bu kez! 
Ben değerliyim. 
Herkesten önemli olan benim. 
Bir tane hayatım var.
Bir tane ben varım. 

Beslenme düzenimi değiştirdim. 
Artık her öğlen et yiyorum. Bazı günler gerçekten etin kokusu nasıl kötü geliyor anlatamam ama bayılmak mı yoksa et yemek mi diyorum ve yiyorum etimi. 
Yeşillik severdim zaten yanında boş yeşillikli ve bol limonlu salata ...

Ve en önemlisi ben sağlığım için bir süreliğine bir aşktan vazgeçtim. Peynir AŞK'ı. 

İlaca başladığım ilk gün kararlı olmasaydım eminim yolumdan dönmüştüm. İştahıma yenik düşmüştüm! İlk gün 2 Temmuz 2016 cumartesi. Evde olduğum gün. Kahvaltı demek simitli peynirli ama illa ki bol peynirli, omletli kahvaltı günümdür. 

İlaçtan 2 saat sonra dolabı açtım. 
Dolapta yumurta da kalmamıştı. 
Ama en sevdiğim peynirlerim vardı. Elime paketi aldım. 
Ve gözlerim doldu. Geri bıraktım. 
Tekrar aldım. Bir lokma yesem , dedim. 
Biliyorum ki kendime hakim olamayacaktım. 
Hayır, dedim. 

Ve en sevdiğim en lezzetli peynirleri tek tek kokladım. Yerine koydum.

Bol domates, salatalık, kiraz, zeytin, maydanoz ve dereotu içeren bir karmaşık salata ile tv başına gittim. 

Hayatlar da aşağıdaki fotoğraf 



Çatalı batırdıkça gözümden bir damla yaş süzüldü.
Salya sümük yedim resmen önümdekileri. 
Açtım.
1 saat sonra deli gibi açtım.
Bu kez birkaç fındık ve kiraz yedim. 
1 saat sonra gene açtım.
2 saat sabrettim etli , salatalı bir öğün yaptım. 
Ama gerçekten açtım ve o et nasıl kötü koktu bana anlatamam. 

Canım yoğurt istiyordu. Yoğurda taze nane katıp, ekmek doğrayıp, yemek! 

Baktım olmayacak erken yattım... 

Pazar günümü kahvaltıma yumurta ekleyerek geçirdim. 

Ve biraz hamurişi yedim! Ödülüm de olsun değil mi ama ! ( ödül dediğim de göbek yapıyor be kardeşim nerede benim peynirim ..??) 

Kendime güzel kaplar aldım ki sabah kahvaltımı yanımda taşıyabileyim ofise giderken.
15 gün hiç peynir yemedim. 
Bir gün baktım alıştım peynirsizliğe serçe parmağımın yarısı kadar bir peyniri ofis kahvaltıma ekledim. 

O minicik peynirle benden mutlusu yoktu galiba! Koklaya koklaya yedim! 

Ve yoğurdu hiç aramadım. Yüzüne bakmadım desem yeridir. 
Ama peynir öyle mi? Bazı akşamlar işten gelince dolabın kapağını açıyorum. Bakıp bakıp kapatıyorum peynirlere. 

Kararlı ol! İradeli ol! Vazgeçme! Sağlıklı ol! Pes etme! Emeğini boşa çıkarma ve yeme! diyorum kendime...

Şimdi çıkacak test sonucumu bekliyorum.  

Bu bir vuslat olmayacak elbet! Sadece birazcık daha yeme özgürlüğüm olacak. 

Ve vuslat dediğimse 9 kutu ferro sanol sonrası, belki yeni yıl haftasıdır. 

Bütün bunların nedeni benim "aşırıcılık" insanı olmam. 

Yersem aşırı yerim, yemezsem hiç yemem ( et / balık gibi ) 

Ya çok severim ( aşk gibi ) ya da siler giderim ( kafasını gözünü yarmak gibi ) 

Ve sonuçlar elimde ☺️ ilaçlardan önceki mevcut rakamsal demir miktarımı 3'e katlamışım! Demek ki neymiş bazı ayrılıklar çok acılı, az lezzetli ama çok faydalıymış. 

Demem o ki aman kendinizi iyi dinleyin. Kilo almak vermek normal ama aşırısı yaşandığı an emin olun bir yerlerde istenmeyen bir şeyler yaşanıyor olabilir. 

Herkese sağlıklı günler dilerim ❣

Ben şimdi gidip gönül rahatlığı ile azıcık peynir yiycem, sabaha dönerim ... ☺️


29 Mart 2016 Salı

BaYan aY Hatay'da

Ben Kendime bile itiraf etmekte zorlanıyorum ama evet hayatımdaki epeyce bir şeyi boşladım nicedir. Başta pasta yapmayı, sonra yürüyüş yapmayı, kitap okumayı, yemek yapmayı, dönem dönem mutlu olmayı. Bunları yapmadığım zamanlarda ne mi yaptım? Bol bol film izledim. Sayısını yazmayacağım, epey uçlarda çünkü...

Aslında emin değilim herkese aynı şekilde mi etki ediyor bu kış ayları? Yaşım geldi 33 'e, ve ben hala Ocak - Şubat aylarını kış uykusu edası ile yaşıyorum. Sonra ne mi oluyor? Mart ayı ile beraber ara verdiğim her ne varsa verdiğim o arayı kapatma yemini ile tam gaz yaşıyorum. Tarzım bu diyeceğim ama bu tarz da pek yararlı değil sevgili okuyucu. Yan etkileri kilo ve tembellik olarak yapışıyor bünyeye.

Can sıkıntısından çatladığım bir gün ben yine " gidiyorum abicim, Hatay'a da gidicem ve gurme gezilerimi 2'ye katlayacağım " dedim. Aynı keskin kararlılıkla aldım biletlerimi. Seçtim otelimi ohh dedim arkasından, şimdi kış uykuma geri dönebilirim :)

Şaka bir yana 3,5 sene önce gitmek için uçak biletlerimi almış, arabamı kiralamış, otelimi ayırtmıştım.. Ama gel gör ki ailede yaşanan sağlık nedenleri ile gezimizi iptal etmiştim. O dönem abim ve Ayla ile gidecektim. Yaş ortalaması yüksek ama eğlence anlayışımız tavan seviyedeydi. :)
Şimdi ise gezide bana eşlik edenler benden genç ve nedendir bilinmez eğlence dozları bana göre daha düşük seviyelerde kişilerdi.

Hatay geziniz için yanınıza almanız gerekenler, yerken kendinden geçen, yedikçe yiyesi gelen, kebabın akan suyuna, mezenin tabakta kalan kısmına ekmek banabilen, künefenin kırıntılarına dahi aşkla bakan kişiler olmasında bence fayda var.

Ah şimdi beni tanıyıp da okuyanlar "bu baYan aY'a ne olmuş böyle içinden canavar çıkmış yahu"  diyorlardır. Evet okuyucu, içimde bir oburla yaşıyorum ben ama senelerdir hayat felsefem "veremeyeceğin kiloyu alma" üzerine kurulu. Bu nedenle aç yaşarım formda kalırım; gezme tozma zamanlarım hariç. Gittiğim yerde de mızıklanmadan yerim ki iş amacına ulaşsın.

Hem bir daha mı geleceğiz dünyaya???

Hatay için rehber niteliğinde bir yazı geliyor, hazır mısın?

Öncelikle elinizdeki uçak biletinizin size indirim sağlayabileceği araç kiralama şirketlerini sorun soruşturun derim. Araba şart desem yeridir. Mesafeler hiç uzak değil ama gideceğiniz yerden geçecek olan otobüsü ben diyim 30 dk siz diyin 55 dk kadar bekleyebilirsiniz. Bu nedenle riske gerek yok. O arabayı kiralayın gitsin.

Havalimanında şehir merkezine mesafe araba ile tam 30 dk sürüyor. Anayol tek bir tane hatta öyle ki bu anayolu hiç bırakmadan sürün arabayı, şehrin neredeyse tamamını gezmiş olursunuz.

10:55'te Antakya'ya varan uçağımızdan inince aracı teslim almamız ve merkeze varmamız tam 12:00'a denk geldi. Bu da benim aklımdaki çizelgeye tam anlamı ile uyuyordu. Zevkine hayran olduğum gurme Vedat Milor'un 2 kez ziyaret ettiği Antakya Uzunçarşı içinde bulunan pöç kasabı ilk durağımız oldu. Haydar Usta bizi kapıda kocaman gülen yüzü ile karşıladı ve hepimizle tek tek tokalaştı. Anadolu insanı işte hala samimi ve içten olmayı başarıyor.



Hatay'ın bir düsturu da eti kasapta yemek. Kasaba gidiyorsunuz, şu etin şurasından şu kadar gram diye belirtiyorsunuz gerisi eli lezzetli ustaya kalıyor. Kasap dükkanının içinde olmanın verdiği doğal koku da et kokusu. Kokuya dayanamayanlar olabilir çok doğal. Bizim şansımıza 4 katlı kasabın bütün katları faaldi ve camları açıktı. Biraz bu avantajdan faydalandık ve kokuları görmezden geldik diyebilirim.

Masamıza kasabın en deneyimlisi olduğunu gözlemlediğim servis elemanı geldi ve isteklerimizi sordu. Dersimi çalıştığım için 4 porsiyon tepsi 2 porsiyon da kağıt kebabı bir de belen tava istedim ( aklımı kaçırmadım sadece açtım ) ustam sağ olsun iyi niyetinden siz bana bırakın, 2 tepsi 2 kağıt kebabı yeterli gelir bence size deyiverdi. Haklıydı tabii.. :)

Yaklaşık 15 dk sonra kağıt kebaplarımız bize masada göz kırpıyordu. Mideme indirmeden önce kendime hakim oldum ve fotoğraf çekmeyi başardım. :)


Tadı tuzu yerinde minicik acısı var. Ama yanlarda gördüğünüz biberler sakın ha bulaşmayın adamı yakar, kül eder benden yazması. :)

Kağıt kebabımızın bittiği anda tepsi kebabı masamıza teşrif ettiler. Daha yoğun bir kokusu var kağıt kebabına göre. Bunun da nedeni içinde eklenen salçalı su ve ekstra kuyruk yağı. Daha yağlı-sulu bir kebap. Tat aynı ama sanki azıcık daha acı olmuş bu sefer. Satır kıymasına azıcık maydanoz, domates soğan eşik ediyor. Tepsinin süslemesin de köz domates, biber ve kırmızı soğan var. Bakınız:


Bir de nane demeti geldi masaya bunun amacı da arada ağzınız yanarsa serinlik vermek. Yanan oldu ve denedi sonuç başarılı :)


Kebapların bitmesi, karınların doyması toplamda 40 dk kadar aldı. Sonuç ben mutlu, midem mutlu! Ölmeden önce gidiniz ve yiyiniz diyorum!  Meraklısına fiyatları yazayım , 1,5 litrelik su, 2 porsiyon tepsi, 2 porsiyon kağıt kebabı, 3 açık ayrana 62 TL ödedik. Bundan iyisi şamda kayısı olsa gerek. :) Kapıda ustamızı da yakaladım ve fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedim. :) Karnım da tok daha ne isterim değil mi ustam?

Tok karınlarla istikamet Habibi Neccar Camii oldu. Avlusundan bir görüntü:


Sonrasında ver elini Harbiye, Şelaleler. Havanın tam da bahar havası olması nedeni ile yeşilin bin bir tonu ve serin sular içinizi ferahlatmak için bizi bekliyordu. Merkezden 25 dk kadar araba yolcuğu yapınca şelalelere varmak mümkün. 


Amaç nefes almak yeşile doymak ama bir amacımız daha vardı: o da künefe için ilk vuruşu yapmaktı. Sevgili Burçak'ın tavsiyesi ile Kervansaray 'a uğradık. 2 şer kişilik porsiyonlar halinde nar gibi kızarmış, peynirle özleşmiş, hafif şerbetli bol kıtırlı künefe karşınıza geliyor. Porsiyon güncel ikram edilen künefelere göre çok daha büyük. Lezzetine gelirsek : muazzamdı! Benim için gevreklik çok önemli ve bu gevrekliği Kervansaray sağlamış. Sadece tek kötü yönü ben künefeyi kaynar kaynar dumanı üzerindeyken yemeği seviyorum. Servis görevlisi ile mutfak arasındaki muhaberat, servis görevlisinin kafasına göre mutfağa gitmesinden oluştuğu için künefe masamıza gelen kadar ılınmıştı. Ama herşeye rağmen benden 5 milyon yıldızı almayı başardı. :) ve karşınızda Nar kızılı künefe:


Karnım tok, tatlım yerinde hali ile rotamız Vakıflı Ermeni Köyü oldu. Varlığından çok senelerdir haberdardım. Hep tek olan benim merakımı cezbeder. Ve nihayetinde burayı da görebildim. Sessiz, sakin, huzurlu minik bir köy burası. Portakal ağaçları var alabildiğine. Misler gibi portakal çiçeği kokuyor her yer. Biz gittiğimizde gün batmak üzereydi.


Fotoğraf çekiminden sonra köy kahvesinde biraz soluklandık ve köyün kadınlar kolunun kendi üretimleri olan reçeller, nar ekşileri, şuruplar ve doğal baharatlardan almanız mümkün. Şeker hastaları için de özel bir reçelleri var: havuç reçeli. Portakal suyu ilavesi ile yaptıkları havuç reçeli hem şekersiz hem de oldukça aromatik. Meraklısı varsa evde denemeler yapabilir. :)

Artık akşam yemeği saati geldiğinden rotamızı otele doğru çevirdik ve biraz dinlenmek üzere odalarımıza dağıldık. Otel olarak The Liwan Hotel 'i tercih ettik. İlgili personeli, temizliği, merkezi olması ve en önemli binanın tarihsel dokusu beni bu otele yönlendirdi. Benim gibi zor beğenen kişiler için kesinlikle tavsiye edebileceğim bir butik otel. Sadece kahvaltısını biraz zayıf bulduğumu belirtmek isterim. Belirli bir kaliteye ulaşmış bir otelde beyaz peynir denilince klasik beyaz peynir ( hatta böreklik peynir kalitesinde bir peynir ) yerine ezine peyniri sunulmasını tercih ederdim. Zira peynir çeşitleri çok ama kalite olarak gerilerde kalmıştı. Kendi üretimleri olan biberli ekmek ve kaytaz böreği ortalama seviyede ( sunum sıcak değil ) kayısılı kekleri ise muhteşemdi.


Akşam yemeğine dönecek olursam, araştırmalarım ve Burçak tavsiyesi ile Sveyka Restoran' da karar kıldım. Bazı tercihler insanı gerçekten çok mutlu ediyor. 1944 senesinde inşa edilen bir binada hizmet veren Sveyka' da girişten, uğurlama aşamasına kadar bütün çalışanların ilgili ve yardımsever olduğunu belirtmek isterim. Yoğun zamanlarda yemeğinizi fasıl eşliğinde tatma şansınız var. Aslında biz de bu düşünce ile gitmiştik. Ama sadece 4 dolu  masa olduğu için ne yazık ki fasıl keyfinden mahrum kaldık. Sveyka'da sofranıza gelen bütün yemeklerin lezzeti sorgusuz sualsiz gayet başarılıydı. Sadece yöresel salatası fettuş tuza boğulduğu için diriliğini yitirmişti. Rakı hariç iki kişi tıka basa yemenin bedeli 80 TL oldu. Hatta itiraf etmeliyim yiyemedik, tabakta kaldı pek çoğu. Porsiyonlar büyük geliyor kalabalık grupla gitmekte fayda var. ;)

Aşık olduğum yemeklerden biri : Maklube




Oruk:




Sırası ile Karışık Meze Tabağı: Zeytin salatası, zahter salatası, abugannuş, muhammara, tarator, süzme yoğurt.




Salatamız Fettuş




Mezenin Hası: Tereyağlı Humus




Vişne Kebabı



Merak kraliçesi olduğumdan, görmeyi istediğim bir diğer otel olan Savon Hotel 'i gece vakti görmeye gittik. Avluda gezinen güvenlik görevlisi bizi içeri davet etti ve oteli gezdirdi. 1860'lı yıllarda inşa edilen bu bina Fransızlar tarafından sabun ve zeytinyağı  fabrikası olarak işletilmiş. İçeri girdiğinizde sabun kokusunu alıyorsunuz. Liwan'a göre nispeten daha büyük olan bu otel, merkez sayılan Kurtuluş Caddesi'nin girişinde yer aldığından daha sessiz ve sakin. Şuna emimin ki bir sonraki gidişimde kesinlikle Savon'da kalacağım... :)


Karınları 3 kere doymuş uykusuz insanlar topluluğu olarak otele döndük ve otel barının canlı müziğinden bir parça nasibimizi alarak uykuya daldık.

Sabah kahvaltıdan sonra istikamet Arkeloji Müzesi oldu. Mozaik müzesi ile 2014 senesinde birleşmişler. Gezmek için en az 2 saate ihtiyacınız var aklınızda olsun.


Müze sonrasında, St. Pierre Kilisesi 'ni ziyaret ettik. Tarihsel geçmişi için link'e tıklayınız. :)


Hatay'da yemelere içmelere doyamayan bünyelerimizin acıkmasından dolayı rotamızı Avlu Restoran ' a çevirdik. Dekorasyonu yine muhteşem bir mekandaydık. Çalışanlar ilgili ve güler yüzlü. Porsiyonlar yine doyurucu. Yemeğimize fonda eşlik eden şarkılar Karlı kayın ormanı ile başladı sonrasında marşlara kadar devam etti. Yaşattığı coşkuyu siz düşünün artık. :)



Kuzu etinden saç kavurma.



Kaz Başı



Buralara gelip de efsaneleşmiş Yusuf Usta 'yı ziyaret etmeden gitmek olmazdı. Meşhur Uzunçarşı'nın ayakkabıcılar çarşısı yönünde olan bu küçük dükkanda hiç durmaksızın künefe yapılıyor. Bir tepsi künefenin tepsiye montajı 15  dk, pişmesi ise 30 dk sürüyor. Toplamda 45 dk'da servise çıkan tepsi, emin olun 6 dk içinde dağıtılıyor. Künefe için beklerken usta ile sohbet etme şansım oldu. Herkes memleket nere? diye sorar ya benim de derdim ne nerden geliyordu? Deatylı olarak bilgi vereyim. Şeker : Konya'dan Torku, yağ ailelerine ait mandıradan, su Marsu su Maraş'tan, dondurma Maraş'tan, fıstık Antep'ten geliyormuş. Kadayıfı da Antakya'dan alıyorlarmış. 16 senedir bu işi yapıyorlar. Fıstıklının porsiyonu 7 TL. Dondurma eklenirse 10 TL. Paket yaptırmak için 1 saat önceden sipariş vermeniz gerekiyor. Şoklanmış künefe için de 1 gün önceden bilgi vermelisiniz. İçtiğiniz suya para almayan bir işletme burası. Özünü kormuş bir esnaf. Künefe gözünüzün önünde hazırlanıp masanıza geliyor. Aslında lezzeti biraz da doğal ve salaş olmasında bence.




Yediğim iki künefeyi değerlendirecek olursam; daha az gevrek olan Yusuf Usta kaynar kaynar servis edildiği ve duysanız inanmazsınız 1 dk olmadan ben tabağımı silip süpürdüğüm için Yusuf Usta diyorum. Ama Kervansaray da kaynar kaynar getirseydi Yusuf Usta 1 puan geride kalırdı benim için bunu belirteyim.

Közde Pişmiş Künefe:


Çarşıdan alışverişimizi yaptıktan sonra, havalimanının yolunu tuttuk. Her güzel tatilin gibi Hatay'ın da sonuna gelmiştik. Karnım tok mu tok sırtım pek mi pek evime dönmenin huzuru ile uçağa bindim.

Gidecek olanlara ciddi bir tavsiye: İstanbul'un havasına aldanmayın ve kesinlikle hava durumunu kontrol edin. Ben Hatay'a göre giyindiğimden gidiş ve dönüşümde İstanbul'da dondum desem yeridir.

Gidecek imkanınızın, yiyecek sağlığınızın olması dileği ile.

Yaşasın gurme turları ! :)