6 Ocak 2015 Salı

Biraz Hüzünlü Mutfak Anım / Özür Dilerim

Ne ara plan, program hastası olduğum belirsiz. Artık haftaiçi uzun çalışma saatleri mi dersiniz yoksa haftasonu denen ödülün sadece 2 gün sürmesi mi.
İş yaparken öncelikle iş planımı yapmaya gayret ediyorum. Elimi kolumu bağlayacak her ne varsa önceden çözümü bulmak pasta yapım aşamasında yaşanabilecek olan kriz anlarının daha yumuşak geçmesini sağlıyor.

Neyse efendim, malum yaz döneminde 150 kişilik düğün profiterolleri hazırladım. Eğer sıkı bir takipçiysen bunu biliyor olmalısın :)
Peki sanıyor musunuz ki her şey bir anda hop diye bitiverdi? Choux hamurum hemencecik oldu, krema desen aman o da ne iki kaşık biraz mikser yardımı ile halletim. Çikolata sosu mu yaa sos benim işim :)

Şimdi böyle dalga geçiyor olmam aslında olmaması gereken minicik bir şeyin başıma açtıklarından kaynaklı.
Hem ders aldım, hem kriz anında ne yapılmaması gerektiğini öğrendim hem de unutamıyacağım bir anım oldu.

30 Ağustos Cumartesi:
Hazırlıklar için ilk günü başarılı şekilde tamamladıktan sonra esas zor kısmı olan ikinci gün cumartesine gelelim. Bugünün bir gün öncesinden farkı, Doğa bizimle 5. gününde. Dün bütün bir günü anneannesi ile parkta geçirdi. Deşarj oldu, coştu Doğa Hanım mutlu biz ondan mutluyuz.
Her günün aynı olmasını beklemek bu gezegene haksızlık olacağından, erken kalkan yol alır  mantığı ile sabah 8 civarı uyandım. Hayır yani biliyorum mutfaktaki işim en fazla 2,5 saat sürecek. Arada mola versem 3 aksilik oldu 3,5 saat. Ama neden kendimi sıkıştırayım ki işimi yapar sonrasında yan gelir yatarım. Hayır yatamam! Pastacı olmak saç baş bir yanda gezmeyi gerektirmiyor.
Profiterollerin gideceği düğüne ben de gideceğim e o zaman işler biter Bayan aY, aY Hanıma döner. :) Kısacası öğleden sonrası için kuaför randevum var. Akşam ise bir önceki günden kalan Mojito'nun hatırını soracağım.
Kalk Bayan aY sallanma artık işler seni bekler.
Hızlıca geçilen kahvaltı faslından sonra kendimi ağustos sıcağının zor zamanlarında mutfağa attım.
Hamurlar bir önceki geceden hazır fazlası bile var! En kolayı krema hazırlamak aman canım kaçıncıya yapıyorum. Bu kez tek farkı biraz fazla yapıyorum.
Bahsi geçen kremanın temeli yumurta sarıları. bu sefer 20 tane yumurta sarısına ihtiyacım var. Adım adım kremayı oluşturmaya başlamışken, kremayı ocağa alıyorum. Zihnimin arkaplanı surmadan çalışıyor bir yandan. Eksik olmasın, hata olmasın. O kadar insan yiyecek. Kafanı topla, hızlı ol, doğru yap, aynı tat, aynı lezzet...
Birden krema torbası ve kullanacağım sıkma uçlarını çıkarmadığımı fark ettim. Peşinde gereken bir kaç ekipman daha. Hepsi çalıştığım masaya boy sırası ile dizildiler.
boy sırası olayı doğrudur, takıntı her yerde takıntıdır. Tavsiye ederim :)

Mutfağa dönüp, benim için 8 senelik tarif olan kremayı bir daha okuyorum. Sondan başa bir kez daha eksik var mı yok her şey yolunda. Saat daha 12 bile olmadı ohhh be.

Doğa, meraklı ve bir o kadar da cin gibi bakan gözleri ile mutfakta beliriyor : Bayan aY napıyosuuun? Profiterol kreması Doğacım. O nasıl bir şey yeniyor mu Bayan aY... ?

Sabır sınayan sorular aşamasını gerçekten büyük bir sabırla atlattım. Karşımdaki Doğa çünkü. En kıymetlim, gözümünbebeği benim. Bilenler biliyor zaten benim için ne kadar değerli olduğunu.

Bizim Doğacık geldiği gibi bir anda içeri kaçtı. Sanki bana bir an masadan bir şey almış gibi geldi ve peşinden bakmak istedim. Hani böyle annelere falan olurmuş ya arada dürtüyorlar. Git bak bakalım çocuk ne karıştırıyor arkadan diyor şeytanlar... Masaya baktığımda sıkma uçlarından ilk aşamada kullanmam gerekenin yerinde olmadığını görüyorum.
Salona doğru yol alan Doğanın peşine düşüyorum. Doğacııııım sen masadan bir şey aldın mı benim güzel kızım sorusunu en cicili bicili hali ile yöneltmekten başka yapacak bir şeyim yoktu.
Doğa dediğim dedik bir çocuktur. Ama yalan söylemez. Biz ona yalan söylemiyoruz o da bize söylemiyor. Başında anlaştık kızımla.Varsa var yoksa yok. arada inatlaşıyoruz ama işte idare edin çekmiş birilerine. (Birileri de ben oluyorum bu arada.) Lafına her gün güvendiğim çocuk ben almadım diyorsa elinde olmadan isteyerek, yürekten bir kez daha ona inanıyorsun. Ben de aynen böyle yaptım. Peki kızım diyerek Doğa hanımın huzurundan ayrılıp, soluğu annemin yanında alıyorum.
Mutfağa dönüp, anne sen mi aldın, anne gördün mü, anne ben nereye koydum peki soruları ile annemi daralttıktan ve tekrar olabilme ihtimali bulunan yerlere baktıktan sonra Doğa'nın ilk kez bana yalan söylediğine inanıyorum ve tekrar şansımı zorluyorum. Kızım, buradan metal küçük huni gibi bir şey aldın mı?

Kaç dakika bu şekilde geçt tam hatırlamıyorum ama artık mutfakta beni bekleyen kremamın başına dönemem gerektiği fikri beynimi kemirmeye devam ediyordu.
Ocağın başına gelip kremaya yeniden kenarda beklettiğim sütü ekliyorum. Tel çırpıcımla karıştırmaya başlıyorum. Aman allahım ne olmuş! Yani hiç başıma gelmeyen, gelmesin diye binbir çile efor sarfettiğim çırpma işlemi son. bulamamış yetmemiş topak topak olmuşlar. Hayır şimdi bu sırası mı? Zaten kayıp ekipmanım var ben şimdi neyi nasıl yapacağım. Bir sen eksiktin değil mi...
Kremayı koca bir tel süzgeçle süzmek aklıma geliyor sonunda.
Aşağıdan yeni bir tencere alıyorum. Süzgeci bir güzel yerleştiriyorum olan oldu bir de kendimi yakmasam iyi olur diyorum içimden.
Süzmeye başlıyorum ben tencereden devirdikçe kremanın içindeki topaklar çoğalıyor. Süzüyorum ardı arkası kesilmiyor.
Hayır bir de yanık kokusu mu var ne?

Canı yanan, çaresiz kalan her çocuk gibi ya da acil durumda basınız denen düğme misali annem geliyor aklıma. Aaannnnnee anne çabuk gel. Buna ne olmuş, anne ne oldu derken süzdüğümün aslında krema olmadığını anlıyorum.
Hop oraya zıp buraya beni maymuna çeviren Doğa hanıma aklımı vermişim kremaya akıl kalmamış.
Ben krema yapmamışım ben bildiğin sütlü bol yumurta sarılı cıvık omlet yapmışım.
Ben sabahın köründe kalktım ( Bana göre 8 sabahın körü, sana göre değilse artık senin sorunun :) )
Her işimi bugüne göre ayarladım.
Ben çok yoruldum.
Dün saaatlerim geçti mutfakta.
Hava çok sıcak.
Bu siparişin yetişmesi lazım.
Kaç kişi yiyecek bunu biliyor musun Doğa sen?!

Aklımdan bu cümleler hızlıca geçerken hayır ya ama hayır diye nasıl haykırdım anneme sorsak daha iyi anlatır emin oldun.

Kendime olan hırsımı yenemedim soluğu salonda oynayan Doğa'mın yanında aldım.
Bana bak çocuk gel buraya hep senin yüzünden, sen yaptın, sen geldin karıştırdın kafamı,m bana ait olan şeyi aldın, bana yalan söyledin, yetmedi gittin geldin soru sordun, yetmedi herşeyi berbat ettin, ben şimdi seni bak napıyorum...
Benzeri kaç cümle sıraladım bilmiyorum.
Gözümden akmakla yetinmeyip, artık fışkıran yaşlar mı daha kötüydü, elime koluma hakim olamadan 15,5 kiloluk Doğa'yı itekleyip durmam mı, yan apartman dahil insanların balkonlara çıkıp, ne olduğunu anlama çabası mı, emeğimin çöpe gitmesi mi, aylardır sakindim bir anda benden ekspres trenin vagonları gibi çıkan sinirim mi, arada kalan annem mi...

Annem bir yandan benim gözyaşlarımı sildi, ağlama kızım gene yaparsın, ben sana ne istiyorsan yacağım, yardım edeceğim, yetiştreceksin dedi.
Aynı anda ben Doğa'yı kollarından çekiştirirken ikimizin arasına girdi. Bir eli ile gözyaşlarımı siliyor;bireli ile Doğa'yı benden kurtarıp, arkasına saklıyordu. Yok bir şey kızım öyle bir şey demek istemedi Bayan aY.. Bayan aY, seni çok seviyor hiç seni üzmek ister mi Doğacım.
Şu an yazarken bile burnumun direği sızlıyor. Gözlerim doldu resmen.

Kzıgınımlığım elbette sadece Doğa'ya değildi. Karşımdaki çocuk. 2 değil 4 gözümle benim ona sahip çıkmam gerekirdi.

Dengeyi kuran her zaman olduğu gibi annem oldu.

Benim annem de öyle bir kadın ki, 3 çocuğunun annesi, eşinin annesi, Doğa'nın annesi, Irmak'ın annesi, gelinin annesi, damadının annesi...

Aynı anda birden çok anne olabilen kadınlar için tarif edebilecek ne bir kelimem var, ne de lafım.

Annem anneliğini yaptı. Bana hiç kızmadı. Suçlu olmama rağmen. Sakinleşmem için bıraktı beni. Doğa'yı kaptı götürdü.

Aklım başıma bir kaç dakika sonra geldiğinde, bu kez ben Doğa'ya nasıl böyle davrandım diye ağlamaya başladım. Sonuçta 3 yaşını yeni geçen  minicik bir çocuk o!

İçeri gittiğimde içine çeke çeke ağladıkça ben daha çok ağladım.

Ama öyle bir çocuk ki böyle bir durumda bile boynunu bükmüyor. Bana sırt çevirmiyor.

Ağlaya ağlaya boyum onunla aynı hizaya gelecek şekilde yanında diz çöktüm. Çok kez özür diledim. Sarıldım, öptüm, aslında neden kızdığımı anlatmaya çalıştım. Aslında çok yorgun olduğumu bundan sebep gerildiğimi...
Anlayış beklemiyorum senden sadece bil yeter.
Çok özür dilerim beni affettiğini söyle.
Büyükler de hata yapabilir.
Bugüne kadar ben sana hiç sesimi yükseltmedim.
Özür Dilerim Doğacım.

Doğacım, ağlamayı kesti. Tek kelime etmedi.

Daha fazla vakit kaybetmeden işime dönmek zorundaydım. Annemle beraber yeniden yumurtaları kırmaya başladık. Bu kez hataya yer yok.

Aradan 5 dakika kadar geçti Doğa her zaman olduğu gibi çok bilmiş halleri ile Bayan aY, ne  napıyorsun diyerek yanıma geldi.

Profiterol kreması yapıyorum Doğacım.

İçim minicik olsun rahatladı.

Çocuklar masumdur, kin tutmazlar.

Yaşanan bu olayı anne - babası ile de paylaştım. Onlardan da özür diledim.

Aklıma geldikçe içim sızlıyor.

Bilmiyorum o günü hatırlar mı Doğa ama benim unutma şansım yok.

Çocuk çocukluğunu yapacak, az ya da çok yaramaz hepimiz çocuktuk. Özümde sinirli olsam bile o gün hariç sinirli yaklaşmadım Doğa'ya. En azından artık küçük olayların nelere mal olduğunu biliyorum. Bir daha olmaz.

Tatlım, güzelim , balım bugün tam 3,5 yaşındasın.
Daha çok günler gör.
Çok mutlu ol.
Çok sev.
Çok sevil.
Çok başarılı ol.
Çok şanslı ol.
Nasıl mutlu olacaksan öyle  ol.

Yazmak aklımdaydı bugüne sakladım.

Sanal dünya hala var olursa okumayı tam olarak öğrendiğin gün bu yazıyı okumanı çok isterim.

Seni kesintisiz seven Bayan aY.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder